31 Ağustos 2010 Salı

Bombok!






















"gri bulutlar geçiyordu göğümden
anlamak üzereydim neron’un roma’yı neden yaktığını
karanlık bir koridor açıldı önümde, anlayamadım.
yenik düşmüş bir napolyon kadar mutsuzdum aslında,
intihara kalkışan hitler kadar çaresiz."


Avrupa'dan elenilen gece psikolojisi vardır bi. Herhalde 9-10 yaşımdan beri yaşıyorum. Galatasaray'ın Avrupa'ya vedâ ettiği gecelerin, bir miktarı da ertesi güne sarkan hâlet-i rûhiyesi. Tek sözcükle özetlemek gerekirse: Bombok!

Şampiyonluklar yaşanır, şampiyonluklar kaçar. Fener'i belki senede, belki 2 senede bir yeneriz, her sene yeniliriz. Ama bu Avrupa'dan hangi turda olursa olsun elenmenin travması hepsinden fenâdır. Bir yıl sonra gittik UEFA'yı kaldırdık ama ben hâlâ Bilbao'ya yenilip elendiğimiz gecenin o bombok dakikalarını hatırlarım. Sparta Prag'ı da, PSG'yi de, Tromsö'yü de...

Neyse, uzun uzadıya bir yazıyı hakedecek bir maç izlemedik. 6 yaşından beri izliyorum bu takımı. Bugün 23 yaşındayım. Fener'den 6 yediğimiz, 4 yediğimiz, ligde 6. olduğumuz zamanları yaşadım ama takımımdan böyle utandığım başka bir gece bilmem. Tromsö'ye elenirken bile en azından bahanelerimiz vardı.

Bir sonraki turda kesin elenecek, standartların altında bir takıma elendik. Ama utancımız bundan değil. Bu adamların isteksizliği, heyecansızlığı kahrediyor beni. 11 tane Nonda'yı aynı anda izlemeye can mı dayanır arkadaş?

Allah belâmı versin Aydın'ın golüne üzüldüm. Her zaman "Olsun, kötü oynasak da kazanalım. Sonra telâfi ederiz"ciydim, bu sefer o golle turu atlasak ilk defa bir galibiyetimizden utanacaktım. Neyse ki elemanlar 90+ demedi, bir tane daha atıp işimizi bitirdiler. Beograd maçlarından beri kader maçı, kader maçı, kritik maç, kritik maç! Bu ne lan? Daha aylardan Ağustos, UEFA'nın ön elemelerindeyiz! Böyle ömür geçer mi? Bu kadar mı düştük ulan? Öleceksek ölelim arkadaş.

Extensor arkadaş şöyle demiş ve hislerimize tercüman olmuş ki ancak böyle bitirilebilir bu yazı:

"Ben Galatasaray'ın kaybetmesini kabullenebilirim. Ama onurunu kaybetmesini kabullenemiyorum"

24 Ağustos 2010 Salı

İyi futbol, talihsiz skor

Sivas maçında ortaya bir şey koymayarak yenildik ve Sivas deplasmanına güzel bir zamanda gitmenin avantajını heder ettik. Bir de hafta arasında Karpaty maçında alınan berbat sonuç... Ali Sami Yen'de bir Bursa galibiyeti, devamında Karpaty ve Eskişehir galibiyetleriyle oluşturulacak seri bu sezon başı üzerimizdeki ataleti, kiri, pası atacaktı.

Kalede Ufuk'la başladık. Demek ki olabiliyormuş. Çok şükür, Sivas ve Karpaty maçlarındaki kötü sonuçlar soğuk duş etkisi yapmış ki maça iyi başladık. Daha diri, mücadele eden bir Galatasaray vardı sahada. Ancak Bursaspor da öyleydi.

Biz maç boyunca iyiydik. Bu sezonki ilk ve tek galibiyetimiz; 5 attığımız Beograd maçı kadar iyiydik neredeyse. Ama 2-0 kaybettik.

Göz göre göre elle oynamaya çıkmayan ikinci sarı ile daha ilk yarıda 10 kişi kalmaktan kurtuldu Bursaspor. Bizim atak oyuncularımızın ise formu yetmedi 11 kişilik Bursa'nın kilidini açmaya. Daha 2. haftadan kütür kütür yenmeye başlandı hakkımız bakalım.

Skoru okuyup konuşanlar gibi takımı eleştirmeyeceğim. İyi bir Galatasaray vardı çünkü dün sahada. Bu kez Baros'la Kewell oynamadı. Sağlıklı oldukları ve oynadıkları her 2 maçtan en az 1'ini bu adamlar kazandırıyor. Bu sefer iyi oynamadılar, beceremediler diye kızmaya hakkımız var mı? Sanmıyorum.

Ama eleştirilerimizi de esirgemeyelim. 16 köşe vuruşundan 1 tane gol çıkmaz mı arkadaş? Hiç mi çalışılmaz kornerlere, hiç çalışılmasa bile bir tanesinde bile mi yetenekli bir oyuncu o atışı asiste çeviremez? İşte bu özensizlik deli ediyor beni.

Her şeye rağmen bize çok güzel futbol izleten 2 takıma da teşekkürler. Bitirirken, ideal 11'imi güncelleyeceğim. Elano bu sezon ilk kez 18'e alındı. Kalacak gibi yani. Pino, Elano varken oynayamaz. Ya da henüz yeterince görmedik kendisini. O yüzden formayı Pino'dan alıp Elano'ya veriyorum.

Sakatlık konusunda da buradan hafif yollu bir isyanım olacak. Aslında başlı başlına bir yazı konusu bu ama bilerek bir maç yazısının kenarına, köşesine, sonuna sıkıştırmak istedim. Çünkü çok fena patlayacağım, etrafa saçılan küfürler Ramazan'ın mânevî atmosferini bozacak. "Başım ağrıyor, aspirin var mı" diye bizim revirin kapısından kafasını sokan adam 6 ay sahalardan uzak kalıyor. Buna alıştık. Şimdi sağlığı yerinde, sapasağlam getirdiğimiz adamları da mundar etmeye başladılar. Cana, Çağlar, Pino... Bunlar bu sezonun büyük bölümünde Galatasaray 11'inde olmasını beklediğim oyuncular. Ama yoklar ortada arkadaş. Gözünüzü seveyim bırakın bu işleri. Hastalanan, sakatlanan futbolcuları sağlık ocağına götürsek daha çabuk iyileşirler yemin ediyorum. Sövdürmeyin mübarek gün, gözünüzü seveyim.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

5 Atan Takım Eleştirilir mi?

Eleştiriliyor işte. Ben bile eleştiriyorum hatta.

"Sırp takımı" deyince biraz daha dirençli, sert, basan bir takım beklemiştim. Ama OFK Beograd deyim yerindeyse "tırt" çıktı. İlk maçta şans eseri 2 gol bulmuşlardı. Bu maç başta sıkı tuttu bizim çocuklar işi. Sonra iyi başlamamıza rağmen kendi kendimize macera aramaya başladık. Rehavetle, acemilikle, rakibe en absürd pozisyonları vererek, vaziyeti idâre etmek ve elenmek için sahaya çıkmış bir takımı bile heyecanlandırdık, umutlandırdık.

Bir kere bu takımın en büyük ihtiyâcı kaleci. Şu De Sanctis'e haksızlık etmeyin dedik, dinletemedik. Leo Franco'yu göndermek şarttı. Ama yerine kaleci alınması da. Aykut da, Ufuk da, Orkun da Galatasaray kalesini taşıyabilecek durumda değiller henüz. Bana sorarsan Aykut en hazır olmayanı. Ama onda ısrar ediyor Rijkaard. Umarım bizim görmediğimiz, onun gördüğü bir şey vardır. NTV Spor spikerinin en basit toplarda bile "Ğaayykuutt alıyooorr" diye coşması, coşturması Galatasaraylılar'ı tatmin eder mi bilmiyorum. Göreceğiz...

Ekşi Sözlük'teki zırtapozlar "Ayhan Akman - Barış Özbek - Mustafa Sarp üçlüsü" diye bir geyik muhabbeti çıkardılar, bizim taraftarımız da ne kadar meraklıymış, hemen "ehe ehe" diye bu üçlüyü diline dolamaya başladı. Şimdiden sıkmaya başladı, demiş olalım. Sarp, Beograd maçında da gene gayet iyiydi. Seviyorum bu çocuğu.

Şimdi skor aldatacak, ne desek dinlenmeyecek, umarım heybemizde sakladığımız eleştirileri dökmek büyük bir hezimet sonrasında olmaz. Zaten benim de çok yazasım yok. Haldun Üstünel-Adnan Sezgin olayına sıtkım sıyrılmış, Keita gibi bir aslan parçası gönderilmiş. Kewell'ı takımda tutmaya zar zor râzı olmuş beyefendiler falan filan...

Transferlere gelince; Cana için iyi diyorlar, Pino'nun da iyi olmasını biz umuyoruz. Çağlar bence iş yapar, ama bonservisleriyle birlikte 4 tane genç adam eder mi bilmiyorum. Semih, Erhan, Eyilik; bunlar bir şeyler beklediğimiz çocuklardı. Ali Turan da inşallah şu Sabri'den alır formayı.

Ha bu arada; Kewell... Gözümsün! ;)

Daha sezonun başı, çok değiştiririm ama benim şu an için idealimdeki kadro ise şudur:

3 Ağustos 2010 Salı

Kupa'nın En'leri

KARE ASI: Almanya, Arjantin, Hollanda, Brezilya

Futbolcu Kare Ası: Casillas, Lahm, Ramos, Forlan

En Kılçık Takım: İspanya

En Renkli Takım: belki Kuzey Kore

En Renksiz Takım: Portekiz

Turnuvanın Şövalyeleri: ABD, Şili, Japonya

Hayal Kırıklıkları: Fransa, İtalya ve İngiltere

Kupa'nın Sürprizi: Uruguay

Kupa'nın Talihsizi: Fildişi Sahilleri, biraz da Avustralya

İğrenci: kesinkes Vuvuzela!

Gadre Uğrayanı: Ömer Üründül

Gınâ getireni: Kâhin ahtapot Paul

Yokluğu Hissedilenleri: Türkiye, Çek, Rusya

Kan Kaybedeni: Afrika

Iskalayanı: Slovenya