11 Aralık 2010 Cumartesi

Benaskere giii-decem! Benaskere giii-decem! Nöbet tutaa-cam cano! Nöbet tutaa-cam!



Yıllarca beklediğim Aslantepe'nin açılışını çıplak gözle görememek de varmış. Allah nasip eder de dönersek eğer; Aslantepe'yi, Hagi'yi, Kewell'ı, Baros'u, Arda'yı, Barış-Ayhan-Sarp'ı, hatta Sabri'yi, Milli Takım'ı, dâhili ve hârici bedhahları yazacağız yine -Galatasaray içimizde heves kodukça-.

O günlere dek; "Yazarımız vatanî borcunun bir kısmını ödemek üzere İzmir Narlıdere İstihkâm Okulu'nda olacağından yazılarına bir süre ara vermiştir."

5 Eylül 2010 Pazar

Ölmüş eşeğe makyaj

"Ölmüş eşeğe derisinin yüzülmesi elem vermez" diye bir atasözü vardı ya, artık kafamızı kessen kanımız akmaz. Ama o kadar zaman yapılmayan transferin şimdi yapılması adamı deli ediyor uleeenn!...

Rosicky ve Ledesma alınsa çok büyük transfer olacaklardı ve kesinlikle takıma yararları dokunacaktı. Ama çok da o kadarında gözümüz yoktu hani. Bizi Sabri'den kurtaracak bir sağ bek, ortada da Barış'tan kurtaracak bir göbek elemanı, ha unutmadan iyi de bir kaleci, sonra mümkünse Ayhan'ın daha üretken olanından bir orta saha daha. O kadar adam yollandı ki daha fazla transfer isteme hakkımız da doğdu. Mesela bir de Baros'a yedek.

Ama efendiler gittiler bâde harabi'l Basra, yani iş işten geçtikten sonra 2 tane yıldız getirdiler bizimle alay eder gibi. E be arkadaş, bu işin Avrupa'sı yok, bi şeyi yok artık. Bu ligin diğer 17 takımından halı saha maçına adam seçer gibi herhangi 11 adamı topla, üstlerine Galatasaray formasını giydirip Ali Sami Yen'e çıkar, zaten ligde ilk 3'e girer bu takım. Giremez mi? Bu saatten sonra ne yapacaksın transferi? Haftada 1 maç! Yapacağın iş altyapıdan fazladan 3-4 çocuğu daha as takıma almak, kritik olmayan maçlarda adam başı 5-6 kere görev vermek ve yetiştirmek.

10 Numara şu anda Galatasaray'ın öncelikli transfer bölgesi değil. Ama yine de Misimovic'tir sonuçta, dursun bir köşede, gerekebilir. Gelelim Insua'ya. Arkadaş, şu anda Galatasaray'ın en futbolcu gerekmeyen mevkii neresidir diye sorsan gözüm kapalı "Sol bek" derim. En muhtaç mevkileri saymıştım zaten, bunların dışında meselâ savunmanın göbeğine adam alsan "Ne gerek vardı" demem, sağ açık alsan olur, Kewell ve Arda'nın varlığında sol açık bile alsan bu kadar kızmam, ama arkadaş bu takıma sol bek transfer edilir mi ya?

Balta gösterişsiz oynuyor ama o mevkinin adamı. Bir de Çağlar diye yine kaliteli bir çocuk getirmişsin, karşılığında bir sürü genç umudunu vermişsin üstelik. Şimdi bu 2 adamı kulübeye oturtup, onca para döküp Insua alıyorsun, ğöhh be kardeşim. Yapma yâhu, yapma gözünü seveyim.

Sizin yaptığınız iş; evde karısının, çocuklarının karnını doyuramayan fakir inşaat işçisinin 6 ayda bir son model milyarlık cep telefonları almasına benziyor. Yapmayın arkadaş, bu kadar güzel takımı, böyle yavşakça, böyle hoyratça harcamayın.

Hâldun abi, üşüyoruz...

31 Ağustos 2010 Salı

Bombok!






















"gri bulutlar geçiyordu göğümden
anlamak üzereydim neron’un roma’yı neden yaktığını
karanlık bir koridor açıldı önümde, anlayamadım.
yenik düşmüş bir napolyon kadar mutsuzdum aslında,
intihara kalkışan hitler kadar çaresiz."


Avrupa'dan elenilen gece psikolojisi vardır bi. Herhalde 9-10 yaşımdan beri yaşıyorum. Galatasaray'ın Avrupa'ya vedâ ettiği gecelerin, bir miktarı da ertesi güne sarkan hâlet-i rûhiyesi. Tek sözcükle özetlemek gerekirse: Bombok!

Şampiyonluklar yaşanır, şampiyonluklar kaçar. Fener'i belki senede, belki 2 senede bir yeneriz, her sene yeniliriz. Ama bu Avrupa'dan hangi turda olursa olsun elenmenin travması hepsinden fenâdır. Bir yıl sonra gittik UEFA'yı kaldırdık ama ben hâlâ Bilbao'ya yenilip elendiğimiz gecenin o bombok dakikalarını hatırlarım. Sparta Prag'ı da, PSG'yi de, Tromsö'yü de...

Neyse, uzun uzadıya bir yazıyı hakedecek bir maç izlemedik. 6 yaşından beri izliyorum bu takımı. Bugün 23 yaşındayım. Fener'den 6 yediğimiz, 4 yediğimiz, ligde 6. olduğumuz zamanları yaşadım ama takımımdan böyle utandığım başka bir gece bilmem. Tromsö'ye elenirken bile en azından bahanelerimiz vardı.

Bir sonraki turda kesin elenecek, standartların altında bir takıma elendik. Ama utancımız bundan değil. Bu adamların isteksizliği, heyecansızlığı kahrediyor beni. 11 tane Nonda'yı aynı anda izlemeye can mı dayanır arkadaş?

Allah belâmı versin Aydın'ın golüne üzüldüm. Her zaman "Olsun, kötü oynasak da kazanalım. Sonra telâfi ederiz"ciydim, bu sefer o golle turu atlasak ilk defa bir galibiyetimizden utanacaktım. Neyse ki elemanlar 90+ demedi, bir tane daha atıp işimizi bitirdiler. Beograd maçlarından beri kader maçı, kader maçı, kritik maç, kritik maç! Bu ne lan? Daha aylardan Ağustos, UEFA'nın ön elemelerindeyiz! Böyle ömür geçer mi? Bu kadar mı düştük ulan? Öleceksek ölelim arkadaş.

Extensor arkadaş şöyle demiş ve hislerimize tercüman olmuş ki ancak böyle bitirilebilir bu yazı:

"Ben Galatasaray'ın kaybetmesini kabullenebilirim. Ama onurunu kaybetmesini kabullenemiyorum"

24 Ağustos 2010 Salı

İyi futbol, talihsiz skor

Sivas maçında ortaya bir şey koymayarak yenildik ve Sivas deplasmanına güzel bir zamanda gitmenin avantajını heder ettik. Bir de hafta arasında Karpaty maçında alınan berbat sonuç... Ali Sami Yen'de bir Bursa galibiyeti, devamında Karpaty ve Eskişehir galibiyetleriyle oluşturulacak seri bu sezon başı üzerimizdeki ataleti, kiri, pası atacaktı.

Kalede Ufuk'la başladık. Demek ki olabiliyormuş. Çok şükür, Sivas ve Karpaty maçlarındaki kötü sonuçlar soğuk duş etkisi yapmış ki maça iyi başladık. Daha diri, mücadele eden bir Galatasaray vardı sahada. Ancak Bursaspor da öyleydi.

Biz maç boyunca iyiydik. Bu sezonki ilk ve tek galibiyetimiz; 5 attığımız Beograd maçı kadar iyiydik neredeyse. Ama 2-0 kaybettik.

Göz göre göre elle oynamaya çıkmayan ikinci sarı ile daha ilk yarıda 10 kişi kalmaktan kurtuldu Bursaspor. Bizim atak oyuncularımızın ise formu yetmedi 11 kişilik Bursa'nın kilidini açmaya. Daha 2. haftadan kütür kütür yenmeye başlandı hakkımız bakalım.

Skoru okuyup konuşanlar gibi takımı eleştirmeyeceğim. İyi bir Galatasaray vardı çünkü dün sahada. Bu kez Baros'la Kewell oynamadı. Sağlıklı oldukları ve oynadıkları her 2 maçtan en az 1'ini bu adamlar kazandırıyor. Bu sefer iyi oynamadılar, beceremediler diye kızmaya hakkımız var mı? Sanmıyorum.

Ama eleştirilerimizi de esirgemeyelim. 16 köşe vuruşundan 1 tane gol çıkmaz mı arkadaş? Hiç mi çalışılmaz kornerlere, hiç çalışılmasa bile bir tanesinde bile mi yetenekli bir oyuncu o atışı asiste çeviremez? İşte bu özensizlik deli ediyor beni.

Her şeye rağmen bize çok güzel futbol izleten 2 takıma da teşekkürler. Bitirirken, ideal 11'imi güncelleyeceğim. Elano bu sezon ilk kez 18'e alındı. Kalacak gibi yani. Pino, Elano varken oynayamaz. Ya da henüz yeterince görmedik kendisini. O yüzden formayı Pino'dan alıp Elano'ya veriyorum.

Sakatlık konusunda da buradan hafif yollu bir isyanım olacak. Aslında başlı başlına bir yazı konusu bu ama bilerek bir maç yazısının kenarına, köşesine, sonuna sıkıştırmak istedim. Çünkü çok fena patlayacağım, etrafa saçılan küfürler Ramazan'ın mânevî atmosferini bozacak. "Başım ağrıyor, aspirin var mı" diye bizim revirin kapısından kafasını sokan adam 6 ay sahalardan uzak kalıyor. Buna alıştık. Şimdi sağlığı yerinde, sapasağlam getirdiğimiz adamları da mundar etmeye başladılar. Cana, Çağlar, Pino... Bunlar bu sezonun büyük bölümünde Galatasaray 11'inde olmasını beklediğim oyuncular. Ama yoklar ortada arkadaş. Gözünüzü seveyim bırakın bu işleri. Hastalanan, sakatlanan futbolcuları sağlık ocağına götürsek daha çabuk iyileşirler yemin ediyorum. Sövdürmeyin mübarek gün, gözünüzü seveyim.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

5 Atan Takım Eleştirilir mi?

Eleştiriliyor işte. Ben bile eleştiriyorum hatta.

"Sırp takımı" deyince biraz daha dirençli, sert, basan bir takım beklemiştim. Ama OFK Beograd deyim yerindeyse "tırt" çıktı. İlk maçta şans eseri 2 gol bulmuşlardı. Bu maç başta sıkı tuttu bizim çocuklar işi. Sonra iyi başlamamıza rağmen kendi kendimize macera aramaya başladık. Rehavetle, acemilikle, rakibe en absürd pozisyonları vererek, vaziyeti idâre etmek ve elenmek için sahaya çıkmış bir takımı bile heyecanlandırdık, umutlandırdık.

Bir kere bu takımın en büyük ihtiyâcı kaleci. Şu De Sanctis'e haksızlık etmeyin dedik, dinletemedik. Leo Franco'yu göndermek şarttı. Ama yerine kaleci alınması da. Aykut da, Ufuk da, Orkun da Galatasaray kalesini taşıyabilecek durumda değiller henüz. Bana sorarsan Aykut en hazır olmayanı. Ama onda ısrar ediyor Rijkaard. Umarım bizim görmediğimiz, onun gördüğü bir şey vardır. NTV Spor spikerinin en basit toplarda bile "Ğaayykuutt alıyooorr" diye coşması, coşturması Galatasaraylılar'ı tatmin eder mi bilmiyorum. Göreceğiz...

Ekşi Sözlük'teki zırtapozlar "Ayhan Akman - Barış Özbek - Mustafa Sarp üçlüsü" diye bir geyik muhabbeti çıkardılar, bizim taraftarımız da ne kadar meraklıymış, hemen "ehe ehe" diye bu üçlüyü diline dolamaya başladı. Şimdiden sıkmaya başladı, demiş olalım. Sarp, Beograd maçında da gene gayet iyiydi. Seviyorum bu çocuğu.

Şimdi skor aldatacak, ne desek dinlenmeyecek, umarım heybemizde sakladığımız eleştirileri dökmek büyük bir hezimet sonrasında olmaz. Zaten benim de çok yazasım yok. Haldun Üstünel-Adnan Sezgin olayına sıtkım sıyrılmış, Keita gibi bir aslan parçası gönderilmiş. Kewell'ı takımda tutmaya zar zor râzı olmuş beyefendiler falan filan...

Transferlere gelince; Cana için iyi diyorlar, Pino'nun da iyi olmasını biz umuyoruz. Çağlar bence iş yapar, ama bonservisleriyle birlikte 4 tane genç adam eder mi bilmiyorum. Semih, Erhan, Eyilik; bunlar bir şeyler beklediğimiz çocuklardı. Ali Turan da inşallah şu Sabri'den alır formayı.

Ha bu arada; Kewell... Gözümsün! ;)

Daha sezonun başı, çok değiştiririm ama benim şu an için idealimdeki kadro ise şudur:

3 Ağustos 2010 Salı

Kupa'nın En'leri

KARE ASI: Almanya, Arjantin, Hollanda, Brezilya

Futbolcu Kare Ası: Casillas, Lahm, Ramos, Forlan

En Kılçık Takım: İspanya

En Renkli Takım: belki Kuzey Kore

En Renksiz Takım: Portekiz

Turnuvanın Şövalyeleri: ABD, Şili, Japonya

Hayal Kırıklıkları: Fransa, İtalya ve İngiltere

Kupa'nın Sürprizi: Uruguay

Kupa'nın Talihsizi: Fildişi Sahilleri, biraz da Avustralya

İğrenci: kesinkes Vuvuzela!

Gadre Uğrayanı: Ömer Üründül

Gınâ getireni: Kâhin ahtapot Paul

Yokluğu Hissedilenleri: Türkiye, Çek, Rusya

Kan Kaybedeni: Afrika

Iskalayanı: Slovenya

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Nonda'yı Gördüm!

Hollanda'nın ilk maçlarından birindeydi. Bu çocuk girdi 85. dakikada: "Eljero Elia". TRT Spikeri, özel kanalların helyum gazıyla şişinmiş genç spikerleri gibi öyle şişire şişire anlattı ki bu adamı. Ağzını doldura doldura, nasıl yapay abarta abarta... İster istemez antipati duyuyor insan. Allah Allah, dedim ben de. Top ayağına bir kere değecek oldu, onu da alamadı salak. Bitti, gitti maç.

Sonra Uruguay maçında yine son dakikalarda girdi, yine hiçbir şey yapmadı. İspanya maçında ise bu kez 15-20 dakika kala girdi. Resmen, bildiğimiz Nonda bu arkadaş! Topu ayağına alamaz, alsa tutamaz, tutsa veremez, ayağında top varken ve hiç yorulmamışken, sırtı bile terlememişken yere düşer gerizekâlı. Bunu görünce tamam dedim zaten, gitti bu maç da. Nonda Allahsızı beni futbola da, hayata da küstürmüştü. Bu kupayla yeniden ısınırken de bu zenci çıktı. Nondalı günleri hatırladım, yine tüylerim diken diken oldu. Ürperdim. İliklerime kadar titredim.

Neyse, maça dönelim sinirlerimizi daha fazla bozmadan. Hollanda, çokbilmişlerin beklediği gibi İspanya önünde ezilmedi. Aksine daha istekliydi. Orta alanda yaptığı presle İspanya'yı etkisiz hâle getirdi ve çok fazla pozisyon yakaladı. İspanya'yı adeta oynatmadı. Daha iyi ve kaliteli oyunculardan kurulu İspanya takımının ise bunu sahaya yansıtmak gibi bir kaygısı yoktu. Buldukları ataklarda Hollanda'yı korkuttular ama yine de Dünya Kupası'nda değil gibiydiler sanki.

Hollanda'nın oyunu sertleştirmesi de finalin bir başka önemli noktasıydı. Ancak bu kadar sertliğin sonlarını hazırlayacağı ve bir veya daha fazla kırmızı kart görecekleri neredeyse kesindi. Önemli olan bu kırılma anlarının ne zaman olacağıydı. Ancak bu sertlik de İspanya'yı durduran pres anlayışının bir unsuruydu ve işe de yaradı aslında. Sürekli saldırmaktan artık iyiden iyiye yorulan Hollanda maç uzarsa bu yorgunlukla Kupa şanslarının iyice azalacağını düşündüğünden vargücüyle saldırmaya devam etti. Terinin son damlasına kadar... Ancak maçın uzamasını önleyemedi. Uzatmalara kırmızı kartla başlayınca artık motivasyonları da giderek düştü. Ah bir 4 dakika daha dayanabilselerdi... Ama gelin görün ki olmadı. Almanya, Arjantin gibi über takımların, Brezilya ve Hollanda gibi akıllı ve parlak takımların olduğu bir turnuvada 1-0'ların takımı kılçık İspanya aldı götürdü Kupa-yı Muâzzama'yı. Yazık oldu. Kâhin ahtapotu da en azından son maçta göt etme fırsatı avuçlarımızdan kayıp gitti Dünya Kupası ile birlikte...

Hollanda'nın oyunu fazla sertleştirmesi sempatisinden götürdü biraz. Aslında Dünya Kupası Şampiyonu gibi oynadılar. Ama o kadar pozisyondan birini gole çeviremezsen de kusura bakma ama vermezler adama bu kupayı arkadaş. Özellikle kaleciyle karşı karşıya çok net 2 pozisyondan yararlanamayan Robben kahretti. Casillas'ın da hakkını vermek gerek tabii. Kimseyi boşuna şişirip durmasınlar, final gecesinin kahramanı bu aptal aşık, akıllı kaleciydi. Yine de kızamıyorum bizim Robben'e. Son pozisyonda Puyol'un Allah ne verdiyse girişmesine rağmen, neredeyse ayak parmak uçlarında dans ederek ve müthiş bir hızla giden Robben, ah Casillas'ı da mağlup edebilseydi Allah yarattı demeden o topu o kaleye soksaydı hem o gol jeneriklere girecek, hem de Robben günlerce omuzlardan indirilmeyecekti. Ama olmadı işte. N'apalım, Futbol bu.

Uruguay'ı 3-2 yenerek FIFA'dan üçüncülük unvanını alan, ama gönlümüzün şampiyonu unvanını çoktan almış bulunan Almanya'yı da yeniden tebrik edelim, Lugano çirkefine rağmen turnuvaya büyük renk katan Uruguay'ı da. Üçüncülük maçlarının raconudur zaten 3-2 skoru. Bu kez geleneğin aksine zayıf takım değil büyük takım kazandı, o kadar.

Bir ara da hatırlatın, kafamızın rahat bir zamanında şu "Kupa'nın En'leri"ni yazalım.

Adios!

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Scheisse!

Bi pislik olacağını vallahi biliyordum da, uğursuzluk olmasın diye yazmaya çekiniyordum. Oldu. Günlerce biriktirdiğim uykusuzluğum gelip maç gecesi patlama yaptı, akşamüstü daldığım uykudan uyandığımda saat geceyarısı 2.30'u gösteriyordu. Hemen aklıma maç geldi, "Hassiktir!" diye fırladım yataktan. Sonucu gördüğümde ise bu sefer Almancasını söyledim: "Scheisse!"

Turnuvanın en iyi, en güzel takımı tek golle elenmiş yarı finalde. Eleyen de takım olsa gam yemeyeceğim. Tüküreyim böyle turnuvaya arkadaş. Artık finalde tüm kalbimle Hollanda'yı tutacağım.

Televizyonlardan eksik olmayan çokbilmiş yorumcularımızın aksine Uruguay maçında çok da iyi bulmadım ben aslında Hollanda'yı. Ve Uruguay'ı da o kadar kötü bulmadım. Şans yanında olmasa Hollanda 1-1'den sonra o golleri bulamayabilirdi. 90'da attıkları golle farkı 1'e düşüren Uruguay'ın son 3 dakikada oyuna getirdiği heyecan da süperdi. Uruguay buraya kadar çevreyolundan geldi, büyüklerle hiç karşılaşmadı ama oyunuyla, dik durmasıyla turnuvaya kesinlikle ayrı, güzel bir renk kattı. Öyle ki, rakipleri Almanya olmasa 3.'lüğü almak hakları, diyecektim.

Gerçi üçüncülük maçlarında genelde büyük takımlar motivasyon sorunu yaşıyorlar, küçük takımlar daha çok asılarak bu maçları kazanıyorlar. Ha bu arada, üçüncülük maçlarına takmış şimdi de bizim çokbilmişler. Elenen takımların artık motivasyonlarını kaybettiklerini ve bir an önce uçağa binerek ülkelerine dönmek istediklerini, bu maçın angarya olduğunu buyuruyor monşerler. Hâlâ aynı endüstriyel futbol, Şampiyonlar Ligi kafası. Bu maçlarda iki takım da kaybedecek bir şeyi olmadığı için güzel ve açık oynuyorlar, gollü, renkli maçlar izliyoruz. Ve hatta birçok Dünya Kupası'nda 3.'lük maçları final maçlarından daha zevkli oluyor. Motivasyon sorunu, turnuvada forma şansı bulamayan 2-3 yedek yıldız oynatılarak aşılabilir (Kadronun tamamını yedeklerden kurmak yok ama ha!).

"Scheisse" deyip, kısacık bitirmek vardı bu yazıyı. Kupa'ya ve diğer takımlara olan saygımızdan buraya kadar uzattık. Daha fazlasını beklemeyin arkadaş.

6 Temmuz 2010 Salı

Deutschland Uber Alles!

2010 Dünya Kupası'nın erken finalinde turnuvanın en iyi futbol oynayan 2 takımından Almanya, Arjantin'i 4-0 yenerek şânına şan ekledi. Bu adamlar artık söyleyecek söz bırakmadılar. Bu saatten sonra bu adamlarla futbol mutbol oynanmaz arkadaş! Şimdi beklediğimiz önündeki 2 maçı da kazanıp hak ettiği kupaya uzanmaları. İki takımdan hangisi kazanırsa kazansın sürpriz olmayacaktı ama 4-0 tek sözcükle "dehşet" bir skor. Bu turnuvada belki de Almanya'dan başka hiçbir takım Arjantin'i yenemezdi. Ancak fikstürün azizliği sonucu erken karşılaştılar ve daha Çeyrek Final'de elenmek muhtemelen Arjantin'in tarihine başarısızlık olarak geçecektir. Kaderin cilvesi. "Gönüllerin şampiyonu" ilân ediyorum şimdiden mavi beyazlıları, kutlu olsun.

Alternatif final dediğim turnuvanın diğer en iyi 2 takımı Hollanda ve Brezilya'nın müthiş mücadelesinde de gülen Hollanda oldu. Portakallar yenik düşmelerine rağmen maçı çevirmeyi başardılar. Yine de ortada bir maç olduğunu, hatta maçın birçok bölümünde Brezilya'nın daha iyi oynadığını, kontrolü elinde tuttuğunu söyleyebiliriz. Hollanda bu kez öne geçemedi, ancak yine de maçı kazanmayı bildi. Turnuvanın en iyilerinden Brezilya da böylece kupaya veda etti. Bu maçı da ortada görmekle beraber, Brezilya'ya bir parça daha fazla şans vermiştik. Bunda da yanıldık. Demek ki turnuvada artık güçlerin iyice dengelendiği ve tahmin yapılamayacağı aşamaya gelmişiz.

Uruguay-Gana "Anadolu derbisi"nden de penaltılarla Uruguay çıktı. Suarez'in 120. dakikada kaleye girmek üzere olan topu kırmızı kart görmek pahasına eliyle çıkarması ve ardından Gana'nın penaltıyı kaçırması, penaltılarda ise Uruguay'ın gülmesi turnuvanın en hatırlanacak anekdotları arasında yer alacak. Uruguay, bu turnuvanın bi nevi Sivasspor'u. Çok zor ama bakalım Bursaspor'u olabilecekler mi Dünya Kupası'nın?

İspanya ise Paraguay'ı tek golle elerken zorlandı. İspanya turnuva boyunca beklediğimiz kadar iyi oynamasa da, her an oyunun gidişatını değiştirebilme yeteneğine sahip yıldızlarına güvenerek hakkında karamsar olamıyorduk ama bir turnuva takımı olmadıkları da ortada İspanyollar'ın. Eğer öyle olsalardı performansları gün be gün yükselecekti kupada. Ama bu takımın 2006 ve 2008 İspanyası'ndan başka bir takım olduğu görülüyor. Bu da bizi tatmin etmiyor.

Gelelim "Final Four"a...

Baştan belirtelim, artık bu noktadan sonra yapacağımız sonuç tahminleri de pek isabetli olmayacaktır. Çünkü artık bu turdan sonra ülkelerin güçleri birbirlerine çok yakın ve bundan sonra manevî etkenler çok daha fazla rol oynayacak. Yine de Hollanda'yı, Uruguay önünde daha şanslı görüyoruz. Portakallar, Arjantin'in de yenilerek elenmesinin ardından turnuvada bugüne kadar oynadıkları 5 maçın hepsini kazanan tek takım olarak kaldılar. Uruguay'ın en etkili silâhlarından Suarez'in de kart cezalısı olduğunu düşünürsek Uruguay'ın işi zor olacak. Uruguay fikstür avantajı sayesinde bu tura kadar hep çevreyolundan, tehlikelerden uzak geldi. Oynadıkları en güçlü takımlar ilk turda karşılaştıkları Fransa ve Çeyrek Final'de karşılaştıkları Gana'ydı diyebiliriz. Bu iki takımı da 90 dakikada yenemediler.

Üstün ırk Almanlar'ın karşısında ise bu kez İspanyollar var. Ha bugün ha yarın açılacaklar diye beklediğimiz İspanyollar. Almanya'nın İspanya'dan üstün olduğunu söylemek çok kolay. Ancak tek maç bu, her şey olabilir diyerek yine de temkinli olmak durumundayız. Almanya'nın tam bir turnuva takımı olmasına, İspanya'nın ise bu tip turnuvalarda zorlanmasına bakarak da Almanya'nın avantajlı olduğunu söyleyebiliriz.

Almanya-Hollanda da Dünya Kupası tarihi açısından çok anlamlı bir final olacak. Ve hangi takımı tutacağım konusunda benim için de bir o kadar zor...

2 Temmuz 2010 Cuma

Gönlümün Finali; Hemen... Şimdi...

Bendeki fikstür hatalıymış a dostlar, turnuvanın başından beri gönlümdeki final, geldi Çeyrek Final'de düştü önüme. Oysa televizyonda falan da şimdiye kadar bendeki fikstürün hilafına bir şey görmemiş, işitmemiştim. NTV Spor'da bile "Brezilya-Arjantin beraber finale kalamayacak" denmişti. Sanırım bu yanlış fikstür de çok dolaştı, fikstür konusunda bir kafa karışıklığı yaşandı.

Neyse artık, önümüzdeki maçlara bakacağız...

2. Tur'da 8 maçtan 6'sında tahminlerimiz tuttu. Bu maçların hepsi 90 dakikada sonuçlandı. Sonucu bilemediğimiz iki maçtan birinin galibi uzatmalarda, diğerininki ise penaltılarla belirlendi. Bu da güzel. Uruguay, G. Kore'yi beklendiği gibi mağlûp etti. Suarez ve Forlan gibi iki işbitirici golcüsü olan takım hangi takım olursa olsun bu kadar başarılı olur zaten. Sen geride topunu düzgün oyna, gol yeme, bu adamlar zaten ellerine geçen 3-4 fırsattan en az 1'ini gol yaparlar. ABD'nin Gana'yı geçeceğini düşünmüş, ancak Gana'nın gününde olması halinde çok çekişmeli bir maç olacağını da tahmin etmişiz. ABD, Gana'nın işini 90 dakikada bitiremedi ve kara kıtanın turnuvada kalan tek temsilcisi uzatmalarda bulduğu golle Amerika'yı yıkmayı başardı. Almanya-İngiltere maçı da beklediğimiz gibi çok güzel ve yine beklediğimiz gibi Almanya'nın üstünlüğüyle bitti. Ama 4-1 gibi bir skoru pek beklemiyorduk açıkçası. Premier Lig ile İngiltere Milli Takımı'nın kalitesini karşılaştırdığımızda "İngilizler iyi futbol oynamazlar. İyi futbolcuları satın alırlar" diyebiliyoruz (Bak çok güzel oldu bu söz, yaz bi yere). Arjantin de Meksika'yı 3-1'le geçerek Almanya'nın Çeyrek Final'deki rakibi oldu. Burada da sürpriz yok.

Turu en kolay geçmesini beklediğimiz Hollanda, Slovakya'yı 2-1'le geçerken zorlanmadı. Ama beklediğim Hollanda'yı yine göremedim sahada. Brezilya da Şili'yi 3-0 gibi net bir skorla geçti. 2. Tur, güzel futbolları ve sempatik çıkışlarıyla göz dolduran üç takım; ABD, Japonya ve Şili için yolun sonu oldu. Yolun bundan sonraki kısmına, bir kısmı onlar kadar "güzel" oynamasa da kazanmasını bilen ağır abilerle devam edeceğiz. Paraguay-Japonya maçı da bizi yanıltan diğer maç oldu. Samuraylar İlk Tur'daki futbollarını ortaya koyamadılar. İşi 90 dakikada bitiremeyince de deyim yerindeyse iyice "saldılar". Uzatmalarda çalışan, gol bulmak için çabalayan Paraguay'ın maçı penaltılarla da olsa kazanması futbolun adaleti olsa gerek. Taraflardan biri akrabamız, canımız ciğerimiz bile olsa böyle de "iyi oynayan kazansın"cıyızdır işte biz arkadaş. İspanya da Portekiz'i tek golle geçerek Çeyrek Final'e çıkan son takım oldu. Gariban Kuzey Kore'ye zalımca gol yağdırdığı maçı saymazsak, Portekiz de doğru düzgün gol atmadan, gol yemeden, adamakıllı top oynamadan, turnuvada bir renk bırakmadan elendi gitti. Dünya klâsmanında 3. olduklarını söyledi TRT spikeri. Tüküreyim böyle dünya üçüncülüğüne afedersin.

2. Tur'da da keyifli maçlar izlediğimizi söyleyebiliriz. Az maçın uzatmalara kalması güzel. Takımlar beraberliğe yatmadılar, hakezâ bir gol atıp yatan takımlar da çok az. 8 eşleşmenin 7'sinde grup liderleri güldü. Bunun tek istisnası ABD'yi uzatmalarda eleyen Gana oldu.

Gelelim çeyrek finallere...

İlk maçlardan beri turnuvanın en iyi futbol oynayan iki takımı maalesef Çeyrek Final'de eşleştiler. Müthiş bir finalin yalan olmasına mı yanalım, bu iki güzeller güzeli takımdan birinin Çeyrek Final'de elenerek hayal kırıklığı yaşatacak olmasına mı? Böyle maçlar için tahmin yapılmaz, ancak heyecanla yayın saati beklenir ve televizyon karşısında keyifle izlenir, ancak hadi burun farkıyla Arjantin diyelim: %55. Ha bir de ne olursa olsun, lütfen bu maçın galibi kupayı alsın. Çok fenâ hak etmiş olacak çünkü. Erken final, gönüllerin finali, gönlümün finali...

Bir diğer kral eşleşme de Hollanda ile Brezilya arasında. Bu da turnuvadaki alternatif final tahminimdi. Yazık ki fikstür yüzünden bu ikiliden biri de ilk 4'e kalamadan elenecek. İki takım da güzel ve açık futbolun ekol ülkeleri. Ancak ilginçtir iki takım da bu turnuvada daha farklı, daha sağlamcı oynuyorlar. Onu da oldukça başarılı yaptıklarını söyleyebiliriz. İki takım da alıştığımız kadar ofansif oynamasalar da buldu mu atıyorlar ve turları rahat geçiyorlar. Madem Portakallar, Portakallar gibi oynamıyorlar, Brezilya'yı bir parça daha şanslı görüyorum.

"Peki kardeşim bu turdan kim adamakıllı çıkar, onu söyle hele" derseniz 4 eşleşme içinde, nisbeten en rahat çıkacak takım herhalde İspanya olur. Paraguay için ilk 8'e kalmak yeterli bir başarı olsa gerek. İspanya'nın da ilk günlerdeki hımbıllığını artık yavaş yavaş atıyor olmasına güvenerek bu maçta İspanya'ya oynuyoruz. Ha onların da yüreği kaç okka, Arjantin-Almanya galibiyle Yarı final'de oynarken göreceğiz.

Uruguay-Gana maçı ise kupanın bir nevî Anadolu derbisi. İlk 8'e kalmak iki ülke için de yeterli başarı sayılır herhalde. Ama biraz da fikstür avantajı sayesinde bu iki takımdan biri Yarı Final oynayacak dünyanın en büyük kupasında. Bizim tahminimiz, pek hazzetmesek de Uruguay'dan yana. Uruguay geride iyi oynuyor, ilerde ise müthiş ayaklarıyla her halûkârda gol buluyor. Gana ise saklıgüce sahip, ancak hiç de derli toplu bir görüntü vermiyorlar. Uzayan maçlarda fizik güçleri avantaj olacaktır, Uruguay'a işi ilk 90 dakikada bitirmesini öneriyoruz bu nedenle.

Benim Korem de, Japonyam da elendi 2. Tur'da. Bundan sonra turnuvada yoluma her daim sevdiğim Portakallar'la devam edeceğim dediğim gibi. Ha bir de Almanya-Arjantin galibi kim olursa olsun onun kupayı kazanmasını isteyeceğim futbolun adaleti için.

Doğru fikstüre göre final tahminimizi güncellersek Arjantin-Brezilya diyoruz. Bu finalin güzelliği de gözlerimizi kamaştırıyor ancak, bir şey eksik sanki, içimiz burkuluyor.

26 Haziran 2010 Cumartesi

2006 Finali, İlk Turda Elendi

Dünya Kupası'nda İlk Tur maçları dün gece itibariyle sona erdi ve birazdan 2. Tur maçları başlıyor. Beklediğim gibi ilk 2 maçlardaki vasat futbol son maçlarda yerini çok heyecanlı maçlara bıraktı. Aynı saatlerde başlayan grupların son maçları ve her golde değişen tablolarla zevkli akşamlar yaşadık. İlk Tur'un en büyük sürprizi önceki Dünya Kupası'nın şampiyonu ve ikincisi İtalya ve Fransa'nın daha İlk Tur'dan kupaya veda etmesi oldu. ABD ve Japonya performanslarıyla göz doldurarak turnuvaya renk kattılar. İlerleyen turlarda ne yapacaklar, beraber göreceğiz.

Elle attığı golle kupaya gelen Fransa'ya, İrlanda ve diğer dünya futbolseverlerinin âhıyla daha İlk Tur'da kupaya vedâ etti. Bu gruptan Uruguay ve Meksika bir üst tura çıktılar. Evsahibi Güney Afrika da vuvuzelanın lânetiyle olsa gerek, tek puanla kupaya veda etti. Üzülmedik.

B Grubu'nda final adayım Arjantin "perfect" yaparak gruptan çıktı. Onu kardeş ülke Güney Kore izledi. Yunanistan 3, Nijerya ise tek puanla turnuvaya veda ettiler. Nijerya, kara kıtanın bir başka hüsrânı oldu.

C Grubu'nda ABD elenecekken son dakika golüyle gruptan lider çıktı. Dünya'nın nefret ettiği ülkenin Milli Takımı futbolseverler tarafından göze hoş gelen, açık futboluyla beğeniliyor. ABD'nin gruptan çıkması değil, ancak; beklenenden daha güzel futbolu sürpriz. İngiltere de gruptan zar zor çıkarken futbolu hiç ümit vermedi. 2. Tur'da son maçlarını oynayabilirler. Slovenya, diğer maç berabere bitiyor diye güvenip İngiltere maçına asılmamasının kurbanı oldu. Turnuva, renk katabilecek bir takımını İlk Tur'dan kaybetti. Cezayir de tek puanla grubu sonuncu bitirdi.

D Grubu'nda bir başka finalist adayım Almanya, tek mağlubiyetini Sırbistan'a karşı alarak 6 puanla gruptan lider çıktı. Bu maç Sırbistan'ın da tek galibiyeti oldu ve onlar da sonuncu olarak elendiler, ilginçtir. Gana diri bir takım görüntüsü verse de fazla rahat gözüküyor. Avustralya'yı averajla geçerek 2. Tur'a adlarını yazdırdılar ve bu tura yükselen tek takımı oldular Afrika'nın. Avustralya ise ilk 2 maçtaki şanssızlığı yüzünden kupaya veda etti. Son maçta oynadıkları futbolla en azından iyi veda ettiler. Onlar da devam etseler kupaya renk katabilirlerdi.

E Grubu'nda benim de taraftarı olduğum Hollanda Milli Takımı tulum çıkararak gruptan lider çıktı ve en kolay rakibi kaptı 2. Tur'da. Japonya iki galibiyetle ikinciliği aldı, özellikle Danimarka maçında oynadıkları futbolla büyük beğeni topladılar. Akıllı ve güzel adamlar şu Japonlar. Danimarka tek galibiyetle silik bir görüntü çizdiği turnuvaya veda etti. Kamerun da puan alamadan turnuvadan ayrılarak bir başka sürprizi oldu turnuvanın.

F Grubu'nda İtalya kötü futbolu ve aldığı 2 puanla turnuvaya sonuncu olarak veda etti. Hollanda gibi İtalya da her dâim sevdiğim futbol takımlarından. Son Şampiyon, son maçın son 10 dakikasında bir 10 dakika İtalya gibi oynadı ve rakibini fena sarstı, futbola büyük renk getirdi. Yani saklıgüçleri vardı ancak bunu sahaya yansıtmak istemediler, diyebiliriz. İtalya'nın düşüşü, Paraguay'a liderlik, Slovakya'ya ise 2. olarak gruptan çıkma piyangosu olarak intikâl etti. Gerçi Paraguay'ı bilemem ama Slovakya, Hollanda'nın eline düşerek bu kadarcık sürprizle yetinecek gibi. Yeni Zelanda ise 3 puanla 3. oldu.

G Grubu'nda her Dünya Kupası'nın favorisi Brezilya, Portekiz'le "dostça" berabere kaldığı maç dışındaki maçlarını kazanarak zirvede bitirdi grubu. Portekiz, Kuzey Kore'ye attığı 7 golün de rahatlığıyla gruptan çıkan bir diğer takım oldu. Fildişi Sahilleri, geçen kupada olduğu gibi yine çok zor bir gruba düşmenin bedelini ödedi. Geçen Kupa'ya göre 1 puan fazla aldılar. Umarız bir sonraki turnuvada şans bu kadar uzaklarına düşmez. K. Kore ise Brezilya maçında gösterdiği direnci diğer maçlarda gösteremeyince -11 averajla turnuvanın en başarısız takımı oldu.

H Grubu'nda İspanya gruptan çıkarken son Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası'nın çok gerisinde bir futbolla bunu yaptı. Şili; ABD ve Japonya'dan sonra turnuvaya futboluyla renk katan bir başka ekip. Onlar da bir üst tura çıkarak bunun ödülünü aldılar. İsviçre ilk maçta İspanya'yı yenerek yaptığı sükseyi sürdüremedi ve elendi. Beter olsunlar. 2006 yolunda bize yaptıkları çaçeronlukları unutmadık. Honduras ise giderayak İsviçre'ye çelme takarak iyi bir bitiriş yaptı ve turnuvaya puanla veda etti.

Gelelim 2. Tur'a...

Burada büyük oranda liderlerin güleceğini düşünüyorum. Bunun tek istisnası Paraguay-Japonya eşleşmesi olabilir. Japonya, Danimarka'ya oynadığı gibi oynarsa Paraguay'ı eleyecektir. Bunun dışında Hollanda'yı Slovakya, Arjantin'i ise Meksika karşısında şanslı görüyorum. Tek nedeni Lugano olabilir herhalde, Uruguay'a müthiş gıcık olmamın. Yine de G. Kore önünde bir adım önde gözüküyorlar. ABD-Gana maçı, Gana gününde olursa çok zevkli geçmeye aday. Yoksa ABD turu atlayacaktır. Şili'nin de Brezilya'yı zorlamasını bekliyorum. Ya da Brezilya bu maçta çok iyi oynayarak Şili'yi yener ve bana "Ben varken neden Arjantin'i final adayı görüyorsun" diye gider yapabilir. İspanya-Portekiz maçında da sanki Portekiz'i bu sefer akraba kıyağı da kurtaramaz ve İspanya kazanır gibime geliyor. İyi bir takıma sahip olan İspanya'nın kupada ilerledikçe daha motive olmasını ve İlk Tur'daki vasat görüntüsünü aşmasını bekliyorum.

Final tahminim hâlâ Arjantin-Almanya. Alternatif finalim ise Brezilya-Hollanda. Afrika takımlarının kendi kıtalarındaki durumu içler acısı. Tek temsilcileri Gana kaldı. Kamerun'un birkaç kupa önce başlattığı devrim gene Kamerun'un öncülüğünde sona erdi gibi. Avrupa'dan ise 2. Tur'a ancak 6 takım kaldı. Fikstürün azizliği sonucu bu 6 takım 2. Tur'da hep kendi aralarında oynayacak ve Çeyrek Final'e ancak 3 Avrupa takımı çıkabilecek. Bu; ilk Dünya Kupası'ndan beri Avrupa'nın en başarısız olduğu Dünya Kupası anlamına geliyor. Afrika ve Avrupa böyle düşerken Güney Amerika ve CONCACAF (Kuzey ve Orta Amerika ile Karayipler) ülkeleri bu Dünya Kupası'nın yükselen değerleri oluyorlar. Biraz da fikstürün azizliğiyle; Uruguay, G. Kore, ABD, Gana, Paraguay ve Japonya'dan 3 tanesi kupada ilk 8'e kalacaklar. Çeyrek Final'de de bunlardan en az biri sürpriz yaparak turnuvanın kaderini değiştirebilirler.

Benim bu turnuvadaki takımım Güney Kore. Hem ırkî olarak bize en yakın ülke, Turanidler. Hem de 2002'den kalma dostluğumuzdan. Onu bir başka Turanid kavim, Japonlar izliyor. Bu 2 kardeş ülkemiz de elenirse hep sevdiğim Portakallar'la devam edeceğim turnuvaya.

22 Haziran 2010 Salı

Dünya Kupası Yazısı

Bu gece Dünya Kupası ilk turunda 2. maçlar da sona erdi. Artık işin zevkli kısmı başlıyor. Maçların zevksizliği ve defans futbolu eleştirilerine çok da katılmadığımı belirterek başlayacağım. Aslında tespit doğru da, bu Dünya Kupası ile ilgili bir şey değil. Dünyada futbolun son 10-15 yılda gittiği yer bu. Böyle turnuvaların ilk maçlarının böyle kontrollü geçmesi de beklenen bir şey. 2006 Dünya Kupası ve Euro 2008'in İlk Tur İlk maçları daha mı zevkliydi?

Arjantin, Hollanda, Brezilya ve Şili ilk 2 maçlarını kayıpsız geçen takımlar.

İlk maçlar sonunda Arjantin-Almanya gibi bir final düşünmüştüm. Almanya, Sırbistan'a yenilerek kafamda bazı soru işaretleri oluşturdu. Zaten Dünya Kupası'nda final oynamak için de fazlaca genç bir takımları var. Yine de Almanya'yı fikstür avantajı kurtarıyor. Finale kadar Brezilya'yı da, Arjantin'i de görmeyecekler. Burada Almanya'yı zorlarsa ancak Hollanda zorlar. Portakallar 2 maçlarını da kazandılar ancak bir Hollanda taraftarı olarak beklediğim, özlediğim futbolu henüz oynamadılar =) O yüzden Hollanda için bir süre daha beklemek gerek. Gruplarındaki takımları zayıf görmemden de olabilir bu. 2. Tur'da da bir görelim Hollanda'yı yine. Diğer finalist de muhtemelen Arjantin ya da Brezilya olacak. Maradona'yı sevmem, ama Arjantin, Brezilya'yı geçer gibime geliyor. Finalde de Almanya'dan bir adım önde görürüm.

Almanya-İngiltere, Hollanda-İtalya gibi süper 2. Tur eşleşmeleri bekliyorum. Hadi koçlar, göreyim sizi...