26 Mayıs 2009 Salı

Bu adama haksızlık ediliyor, edilmesin!

Galatasaray'a geleceği zaman istememiştim ben bu adamı, yalan yok. Sevilla'nın yedek kalecisidir diye hor görmüş, "Aslan gibi Aykut'la Orkun var" bile demiştim. Milliyetçilik iyidir güzeldir, olmazsa olmazımdır. Ama bazen yetkinlik daha önemlidir. Nitekim sonra ben bu İtalyan'ı çabucak sevdim.

Her şeyden önce Mondragon'dan sonra kalede yaşadığımız güven sorunu aşıldı. Yavaş yavaş sevdirdi kendini bize bu sakallı ve jöleli İtalyan. Ama ne bahtsızlık ki Galatasaray savunmasının en kötü olduğu döneme denk geldi. Servet'le Meira bu sezon bir türlü oturamadılar yerlerine. Ondan sonra biri gitti, biri sakatlandı, o yerler de iyice bataklığa dönüştü. Sanctis ne yapsın? Bir de bu adam Süper Lig'in en iyi ve en şanssız kalecisi. Kendi hatası dışında bu kadar çok gol yiyen bir kaleci daha yok. Ama anlatamazsın tabii. Anlamayan adama anlatamıyorsun. Takım kaybederse hoca, takım gol yerse kaleci suçludur. Geri kalanı "tırıvırı"dır bunlara.

Tekrar ediyorum, bu adam bugün Türkiyedeki en iyi kaleci. Adamakıllı bir kıyaslama yapmak isteyen Volkan'ın, Rüştü'nün önüne de bu savunmayı koysun da öyle yapsın kıyaslamasını.

Bir de bu adamdaki yiğitliğe, civanmertliğe hastayım ben. Yukardaki hareketi "Osmanlı Tokadı" diye adlandırılıyor internette. Geçenlerde Fenerbahçe maçında numaradan kendini yere atan Semih'i ensesinden tutup kaldırdığında da Semih'in aslında nasıl da "numaradan yattığını" gördük. Sırf oyunun durduğu anlardaki yiğitliğinden de bahsetmiyorum ha. O kadar kuru gürültücü, paçoz taraftar değiliz çok şükür. Onlar ancak kenar süsü. Ben bu adamın her maçta rakiplerin ayağındaki topu kapmak için kafasına tekme yeme pahasına, pozisyona "Türk gibi" girmesine âşığım. Ha sonra yerde kıvranırken bizim de içimiz gidiyor, ayrı.

Hayrettin ve Taffarel'den sonra ilk defa bir kaleciyi bu kadar sevdim ben. Gönderileceğine dair söylentiler artmaya başlarken yazacaktım bunları da. Biraz Galatasaray'a kızdım, biraz kendime, bir şey yazamadım epeydir. Gene de geç kalmış sayılmaz bu yazı. Hâlâ bazı âkil adamların çıkıp bu adamın kıymetini bileceğine ve Galatasaray'da kalmasını sağlayacaklarına dair bir inancım var.

Yanlış işlere girişmeyin arkadaşım. Sevdik biz bu İtalyan'ı, sağlam çocuk, yemeyin hakkını.

24 Nisan 2009 Cuma

Gelecek Sezonun Galatasaray'ını Kurmak

Bu sezon benim kafamda bitti. Çünkü futbolcuların kafasında çoktan bitmiş. O zaman gelecek sezonun Galatasaray'ını artık şimdiden düşünmek gerek.

Ha Polat Başkan "Kewell'ı getirdim, Baros'u getirdim, iyi kötü Meira gibi adam aldım, eldeki şampiyon kadroyu korudum, üstüne iyi de bir kaleci koydum, Şampiyonlar Ligi'nden beklediğim paralar da yalan oldu, gene de bir sene dayandım, bu sene de Şampiyonlar Ligi yoksa nah size transfer" derse haksız olur mu, olmaz bence. Ayrı...

Biz yine de ilk 2'ye girecek ve Şampiyonlar Ligi'ne gidecekmiş gibi biraz bol kepçe düşünelim.

Transfer düşünürken önce takımın aksayan yerlerinden başlamak gerekir. Önce Sabri'yi bir dakika bile düşünmeden, dönüp arkamıza bir saniye bile bakmadan göndermemiz gerekir. "Yerine bir futbolcu daha alalım, o da kenarda dursun" demeyeceksiniz, çünkü tecrübeyle sabit ki bu adamda bir şey var. Hangi hocayı getirirsen getir, ne kadar tecrübeli, ne kadar akıllı hoca getirirsen getir bir şeyler oluyor ve o anlı şanlı futbol adamları Sabri'yi oynatıyorlar. Aşk gibi bir şey, akıl mantık tamamen devredışı kalıyor. Futbolun bug'ı bu adam. Kesinlikle uzak tutulmalı, selâm-sabah kesilmeli, yolda görülürse yol değiştirilmeli gerekirse. Uğur Uçar yaşadığı felâketten kurtulur ve "gittiği gibi" geri dönerse o boşluğu fersah fersah kapatır. Kurtuluş da gelecek vaat ediyor. Ancak Uğur'un gittiği gibi gelmemesi durumunda iyi bir sağ beke ihtiyacımız olacak.

İkinci başbelâsı da kesinlikle Nonda. Kendisiyle ilgili düşüncelerimizi daha önce defalarca belirttik. Yinelemeyelim, kendi kendimize canımızı sıkmayalım. Baros'u tartışmak abesle iştigal olur. Diğer forvetlerden Karan fazla yaşlı, Yaser de fazla genç kalıyor sanki. Bu sene Karan'dan faydalanamamamızın birinci suçlusu onu kenarda paslanmaya terk eden (yerine oynattığı adam da Nonda olmasa gam yemyeceğim) Skibbe Almanı. Ama sonrasında da Ümit toparlanamadı. O da geçtiğimiz birkaç sezonki performansından uzak bu sezon. Yaser kendini geliştirir, Galatasaray'da olmanın hakkını verirse iyi bir yedek olabilir ancak. Dolayısıyla forvette de bir sorun göze çarpıyor. Baros tek forvet oynasa bile en az bir forvete acil ihtiyacımız var. Mâlûm bizim Milan gereksiz kart görüp cezalı duruma düşmeyi de seven futbolculardan.

Savunmadaki tek problem de sağda değil. Sezon başından beri Servet ve Meira göbeğe bir türlü yerleşemedi, oturtulamadı. Ne Servet geçens ezonki performansına yaklaşabildi, ne de Meira bekleneni veremedi. Meira gidince, Servet de sakatlanınca iyice karıştı orası. Savunmanın göbeğinde alternatiflerimiz çok kıt. Sol beke Balta'dan daha iyisini koyamayacaksanız, Balta'yı göbeğe çekmenin bir mânâsı yok. 35 yaşındaki Emre de, bir türlü hazır görülüp forma verilemeyen Semih de ancak iyi birer yedek olabilirler. Bence en klas transfer isteyen yerimiz defansın göbeği. Ah Song ah, diyoruz...

Bu eksikler kapatılırsa çok iyi bir takım olacağımızı, önümüzdeki yıl bu senenin üzerine koyarak yolumuza devam edeceğimizi düşünüyorum. İnşallah transferle görevli kulüp birimleri de aynı şekilde düşünüyorlardır da gelecek sezonun transfer çalışmalarına şimdiden başlamışlardır.

1 Nisan 2009 Çarşamba

İspanya maçı

Geçen maçtan sonra yazacaktım, gece yarısı oldu zaten maç bitince, bir de saati ileri alınca daha beter geç oldu. Seçim günü sıkılırım, sonuçları beklerken yazarım dedim. Sonra sıkıntıdan gittim, bizim muhtarın seçim çalışmalarına katıldım. AKP'ymiş, CHP'ymiş alayı hikâye, seçim heyecanının kralı bizim muhtarlık seçiminde yaşandı. saat 1.30'da ancak bitti, son sandıkta aldık işi. Sonra okuldu bilmemneydi derken ben yazamadım şu İspanya-Türkiye maçını, aha da bugün rövanş günü geldi.

N'apalım şimdi, 4 gün önceki maçı mı yazalım? Gerek yok bence. İyi oynadık, birilerinin beklediği gibi rezil mezil olmadık. Onlar Avrupa Şampiyonu'ysa biz de Avrupa Şampiyonası Yarı Finalisti olduğumuzu gösterdik. Biraz daha iyi olsaydık yenerdik de.

Orda 1 puan alsak belki burada da 1 puanla yetinebilirdik. Ama yenilmemiz bir bakıma iyi oldu. Burada 3 puan için oynayacağız, ben inanıyorum da kazanabileceğimize.

Sakatlıklar derseniz kulüp takımları gibi kısıtlı kadroları yoktur, milli takımlarda sakatlığı bahane kabul etmem ben. Maçın Ali Sami Yen'de olması da ayrı bir motivasyon. Galatasaray'ın zafer kazandığı gecelerden biri gibi bir gece bekliyorum ben. Terim'le diğer hocalar arasındaki fark da burada işte. Bugün takımın başında Güneş ya da Yanal olsa kimse galibiyet beklemezdi. Belki gene kazanırdık ama kimse önceden beklemezdi işte.

Galibiyet dışında bir sonucun da bizi kesmeyeceğini belirtmemde yarar var. İspanya maçında kazanamayacaksanız diğer maçlarda puan kaybetmeyecektiniz. Hatta bir de yenilirsek Dünya Kupası'na gitme şansımız %50'nin altına düşer. Üstelik İspanya işi garantiledi sayılır, bundan sonraki maçlarında doğal olarak puanlar bırakabilir -ki biz İspanya'yla maçlarımızı erken tamamladığımız için bu bizim için dezavantaj olacak.

Hadi çocuklar! Amansız olun!

23 Mart 2009 Pazartesi

"Eşşek değiller ya!"

Cuma Fenerbahçe yenilince, Cumartesi Trabzon yenilip, Sivas'la Beşiktaş da berabere kalınca böyle demiştim. "Eşşek değiller ya, kazanır artık bizimkiler" diye.

Kazanamadılar.

Hatta 10 kişi kalan Eskişehir'e yenildiler bile.

Hamburg'a yenilip elendikten sonra piyasaya çıkıp Galatasaray'ı yerden yere vuran skor yazarlarına karşı kendimi paraladım ben. Çünkü yenilirken bile "Galatasaray gibi"ydiler.

Ama bugün değildiler.

Yazmayacağım.

Sen ne yaparsan yap bu aşkı bitiremezsin. Ama birbirimizi daha fazla yıpratmayalım. Bi süre görüşmeyelim Galatasaray...

21 Mart 2009 Cumartesi

Ah Cim-Bom ah!

Ah Cim-Bom ah! Yenildin diye kızmıyorum sana, yenilmeyi hak etmediğin için kızıyorum. Avuçlarının içindeki fırsatı kaçırdığın için kızıyorum.

Vallahi ne yalan söyleyeyim, hiç yazasım yok. Ama bir mağlubiyetten sonra hocaya, takıma saldırmalar başladı. Dışardan gelenlere alıştık da içerden, ya da içerden gibi gözükenlerin yaptıkları rahatsız ediyor insanı. Bir mağlubiyette böyle kimyamız bozulmazdı bizim, Fener'e mi özeniyorsunuz ne, anlamadım ki?

Bülent Korkmaz'ın gelişiyle ilgili yazı bu blogun ilk yazısıdır. Böyle bir blog açmayı son zamanlarda plânlıyordum ama aktivasyon enerjisini toplayamıyordum bir türlü. Kocaelispor maçıyla dibe vurduk, Skibbe'nin yolcu olduğu belliydi. Eve geldiğimde televizyonu açtım, GS TV'ye geçtiğimde "Bülent Korkmaz ilk antrenmanında" ibaresini gördüm, Kaptan'ın takımı çalıştırırkenki görüntülerinin altında. Heyecanlandım bir an. Yine de koyu bir heyecanla yazmadım ilk yazımı; Bülent'in henüz teknik direktör olmadığını, kariyersiz hocalara da güvenemediğimi yazdım. Ama yine de o gün için gelebilecek en uygun kişi Bülent'ti. Neden yazıyorum bütün bunları? "Bülentçi" olmadığımı anlatabilmek için.

Amma velâkin dünkü maçta büyük bir hata yapmadı Kaptan. Bir takım kaybediyorsa önce hoca suçludur, gol yiyorsa sadece kaleci suçludur ya; hemen biletini kesti bizim çok bilmişler Kaptan'ın. Bir kere sahaya çıkardığı 11, çıkarabileceği en iyi 11'di. Serkan Kurtuluş'u da benden başka öneren insan görmedim ama oynattı Kaptan, helâl olsun.

Oyun da zaten istediğimiz gibi gitti. Kontrollü bir futbol oynadık ve yavaş yavaş dizginleri elimize aldık. Kewell'ın penaltı golüyle öne geçince coştuk, soyunma odasına başımız dik, gözlerimizde pırıl pırıl bir ışıkla gittik. Gelip, 2. devrenin hemen başında müthiş bir organizasyonla Baros'un ayağından 2. golü de bulduk. Gözümüzdeki ışık UEFA Kupası gibi parıl parıl parlamaya başladı. İş bitmişti artık.

Ama bitmemiş. 9 dakika sonra bir gol buldu Hamburg, olsun dedik gene öndeyiz ama kalan süre zor geçecek bu sefer. Toparlayamadık, hemen arkasından bir atakları ıska geçti, ama 2 dakika sonra yine Guerrero attı ve skoru eşitledi. Ordaki maçın ta başında gıcık olmuştum herife, haksız değilmişim. Birden karardı gözlerimizdeki ışık.

Çok zor geçecekti ama bir yarım saat vardı önümüzde mutlak bir gole ihtiyacımız olan. Bastırdık. Hakim bir futbol da oynadık, sürekli saldıran takım olduk ama doğal olarak geride de boşluklar oluyor, Hamburg atakları yüreğimizi ağzımıza getiriyordu. Ümit, Hasan, Nonda; elinde ne kaldıysa oyuna sürdü sonra Kaptan. Nonda'yı görünce ümitlerin tükendiğini zaten anlamıştım da asıl bitiş o değildi benim için. Artık son 4-5 dakikadayken bir dejavu yaşanıyor sandım. Barış, Bordeaux maçında Sabri'nin son dakikada attığı gol gibi bir şut çekti. Vurduğu yer, önündekilerin hâli, kalecinin konumu, topun gidişi; her şey aynıydı. Ama bu sefer girmedi işte. O an gitti dedim bu maç. Gitti.

Şimdi Kaptan'ı eleştirenler ellerine mercek almışlar, hata arıyorlar. 2-0 olunca neden skorun üzerine yatmamış; amatör hocaymış, rehavete kapılmış! Bülent değişiklikler yapsa ve kazansak ne diyecekler: "Fark atacağımız maçtı. Bülent'in korkaklığı ve küçük düşünmesi yüzünden kaçırdık". Ya bu değişikliklerden sonra kaybetsek, aman Allah'ım, küfürler havada uçuşur o zaman, çomak sokmuş olur Kaptan. Hamburg gibi takıma karşı geriye yaslanılır mı, oyun kendi yarı sahanda kabul edilir mi? Bir de Skibbe'ye rahmet okuyanlar yok mu çıldıracağım. Arkadaşım siz hangi galakside yaşıyorsunuz? Arkasından ağıtlar yaktığınız adamın son 8 maçında sadece 1 galibiyet alabildi bu takım. Yerin dibine soktuğunuz adamınsa daha ilk mağlubiyeti. Yeni bir hoca gelmiş, yeni bir başlangıç yapılmış, hem geride kalanlarla uğraşmayalım, hem kalpler kırılmasın diye o zaman yazmadım ama bir Skibbe fetişi vardı Alman kovulur kovulmaz. Siz bana Galatasaray tarihinde bir teknik direktör söyleyin ki üst üste oynadığı 8 maçtan sadece 1 galibiyet alabilsin, üstüne bir de lig sonuncusundan Ali Sami Yen'de 5 yiyelim ve o teknik direktör kovulmasın? Gündüz Kılıç'ı da araştırın, Derwall'i de, Türk Futbol tarihinin en başarılı teknik direktörü Fatih Terim'i de! Gidenin ardından ağıt yakmak blog kültürünün vazgeçilmezi anlaşılan. Meira için de ne ağıtlar yaktınız, gördük daha Zenit'teki ilk maçında!

Maçta kesinlikle daha iyi oynayan taraftık. Bireysel hatalardan 3 dakikada 2 gol yiyip yıkıldık. Bugün bu takımda iş yok diyenler, mercekle hata arayanlar o 2. gol yenmeseydi bugün gevşek gevşek sırıtarak senin zaferine methiyeler yazacak, seni yere göğe koyamayacaklardı Galatasaray. İyi tanı dostunu da, düşmanını da. Siz de iyi görün futboldan kıçım kadar anlamayan adamların, nasıl bu ülkede futboldan konuşup ekmek yiyebildiklerini.

Bu takım dün maça çıkarken savunma hattındaki futbolculardan hiçbiri yerinde oynamıyordu arkadaşlar. Orta sahadan adam aldık savunmaya çektik, sol beki aldık göbeğe koyduk, yetmedi Kewell'ı bile koyduk geriye. Elenmemizin 1 numaralı nedeni savunmadaki sakatlıklar. Hem Servet'i, hem Topal'ı, hem Emre Güngör'ü, hem Uğur'u sakat olan hiçbir takım Hamburg'u yenemez. Ona rağmen yine de biz dün yeniyorduk, ama olmadı. Bu sefer bizim aleyhimize "beş dakka değişti bütün işler"... Sakatlık meselesinde de sorumlular Skibbe efendi, sağlık ekibi ve Galatasaraylı futbolcuların yediği tekmeleri görmeyen Süper Lig'in süper paçoz hakemleridir, kına yaksınlar.

Maçtan sonra CNN TÜRK'te Reha Muhtar'ın programında haber verilirken haber metninde yazanlar çok anlamlıydı aslında:

KADIKÖY'ÜN KURTULUŞU...
Fenerbahçeliler rahat nefes aldı, Galatasaray elendi

Çok anlamlı, Fenerbahçeliler'in ruh hâlini çok iyi yansıtan sözler aslında. Muhtemelen Fenerli falan da değil, Fenerlilerin ciğerini bilen bir Galatasaraylı'nın o andaki duyguları bunlar. Sonra entel görünümlü maganda Selahattin Duman telefonla bağlandı, futboldan anlıyormuş gibi bilmiş bilmiş konuşarak yerden yere vurdu takımımızı her şeyiyle. Diğer Galatasaray yorumcularına nisbeten beğendiğimiz Tanju da pâye alabilmek için midir nedendir, hep yağ yaktı Selo'ya. Ömer Çavuşoğlu'nun da eline verdiler sazı, zıplattılar sinirlerimizi. Angut.com ve Fenerbahçe'nin Resmi Sitesi'nin (yok artık!) gece fazla mesai yapıp tur sevincini okurlarıyla paylaşmaları da bir çok şeyi özetliyor aslında. "Âlemin derdi biz olmuşuz, demek ki zamanında iyi koymuşuz" diyecek sığlıkta değilim. Amma velâkin bunlar hakedecek bayağılıkta. Birisi söylesin şunlara.

Taraftara gelince; beğenmedim. Daha ilk maçtan önce bilet fiyatları belli olunca yazmıştım endişemi, beklediğim oldu. Tüm zamanların en bayık, en boktan tezahüratı "Cimbombomuuumm oleyyy"le yine dakikalarca uyuttular. Lincoln'ü, Hasan'ı ıslıklayarak da tüy diktiler. Tribünün eskilerini, büyüklerini ya da aklı başında küçüklerini tenzih ediyorum ama dün çıkan bu çatlak sesler tek kelimeyle içine ettiler.

Şimdi önümüzde lig var. İster canınız istesin, ister istemesin bu ligde şampiyon olmak zorundayız, en kötü ihtimale ikinci. Yoksa, seneye de Şampiyonlar Ligi'ne gidemezsek Arda'yı da unutun, Kewell'ı, Baros'u da...

Son sözüm yine sana Galatasaray taraftarı; Türkiye'deki bütün rakiplerin Avrupa defterini en geç Kasım'da kapatıp annesinin ligine dönerken, Mart'ta Avrupa maçı görmüş, yenilirken bile aslan gibi oynamış takımın taraftarısın. Ona buna benzeme, dik dur, kalbının adamı ol.

Ah Cim-Bom ah! Yenildin diye kızmıyorum sana, yenilmeyi hak etmediğin için kızıyorum. İte köpeğe fırsat verdiğin için kızıyorum.

19 Mart 2009 Perşembe

Lincoln üzerine, yahut "Galatasaray Düşmanları"

Lincoln, Hamburg maçında oyundan alınırken hocası Korkmaz'a tepki gösterdi. Sonra özür diledi. Galatasaray'ın kendi içinde, hatta iki Galatasaraylı'nın arasında yaşanan bir durum, nedense geldi bizim basının cümlesine dert oldu. Nedense dediğime bakmayın tabii, biliyoruz bunların ciğerini.

Yıldızları olan takımların 1 ya da 2 sezonda bir böyle sorunları olur. Hepsinin olur. Fenerbahçe'de de oluyor, Beşiktaş'ta da. Ben Galatasaraylı'yım, Türkiye'de Galatasaray'dan büyük takım tanımam, Galatasaray'la oynayacakları hafta dışında diğer takımları da pek takip etmem, o yüzden bir sürü örnek dizemeyeceğim önünüze, kusura bakmayın. Bu blogun az sayıdaki ama dikkatli okurlarından bu konuda hatırlatmalar gelebilir, yayınlarız.

Bizim basının Galatasaray'da bazı futbolculara "sardığı", bazı futbolcuların durumlarına ise hiç değinmediği sizin de dikkatinizi çekmiyor mu? İşin ilginci bu parazitlerin bir Galatasaraylı futboluya "sarabiliteleri" futbolcunun performansıyla ters orantılı oluyor hep.

Misal; Lincoln geçen sene Galatasaray'da "oynamadı". Avrupa maçlarında fark yaratacak bir oyun koymadı ortaya, ligde de Fenerbahçe ve Beşiktaş'la oynadığımız 4 maç da sakatlıklarına denk geldi (!) Lincoln'ün. Ama bizim çok sevgili basınımız o zaman Lincoln'e hiç böyle düşmanca yaklaşmadı değil mi? Tıpkı bu sene Galatasaray'da ayağına top çarpar diye pozisyona girmeyen, terlememek için koşmayan Nonda'dan hiç bahsetmediği, Sabri'nin Süper Lig'de oynayabilecek kapasitede bir futbolcu olmadığına hiç değinmediği gibi.

Ama ne zaman ki Galatasaray'da Kalli gitti, yeni transferlerle daha iyi bir takım kuruldu ve Lincoln de "Lincoln" olmaya, oynamaya başladı, bizim basın dellendi. Rahatı bozuldu, batmaya başladı bir şeyler.

Galatasaraylı 20 küsur futbolcudan sadece bir tanesi Baros, sezon başından beri 30 küsur maçtan sadece bir tanesine gitmedi, haftalardır Galatasaraylı futbolcuların maç seçtiğinden, beğenmedikleri deplasmanlara gitmediklerinden bahsediliyor. Galatasaray ne zaman maç kaybetse bu konu açılıyor. İşler ne zaman ters gitse Bâb-ı Ali'nin karanlıklarında tüneyen baykuşlar, ekranları parselleyen kargalar başlıyorlar kafa ütülemeye; Galatasaraylı futbolcuların maç seçtiğinden, dizginleri ellerine aldığından. Giydikleri takım elbiselere, kalıplarına baksanız, bunları adam sanırsınız da gerçekten Galatasaraylı birçok futbolcunun, "O maçta oynarım, bu maçta oynamam" diye eline fikstürü alıp maç seçtiğini, keyfekeder takıldığını sanırsınız.

Gerçekten maçları seyretmeseniz ve bunlardan dinleseniz bambaşka bir dünya kurarlar size. Lincoln'ün zaten futbol oynamadığını söylüyorlar utanmadan kameralara baka baka. İlk yarıda bu takımı sırtlayan ve zirveye oturtan adamın Galatasaray'a geldiğinden beri ortaya futbol adına bir şey koymadığını ciddi ciddi söylüyor bir sürü adam. Bu adamlar Fenerliden çok Fenerci. "Küçük" Hakan, geçen Lincoln'ü öyle bir anlattı ki, Fenerli Gürcan Bilgiç bile dayanamadı, "yok artık" dedi. Çünkü bu yarasalar, işe Fenerli gözlüğüyle bile bakmıyorlar artık. Galatasaray düşmanlıkları, Fenerliliklerinin de, futbol bilgilerinin görgülerinin de, hatta insanlıklarının da önüne geçmiş durumda. Yarasa dedik ya, kan emmeden yaşayamaz ki.

Trabzonspor maçı akşamı Telegol'ü izledim dayanabildiğim yere kadar. Ziya, Sinan, Gökmen; başbaşa vermişler, Bülent ne iyi etti de, Lincoln'ü oynatmadı, oh olsun şerefsize diye seviniyorlar, gözleri parlıyor gamlı baykuşların. Nasıl da ovuşturuyorlar ellerini. Sonra Bülent'in basın toplantısı geldi ve Kaptan, Lincoln'ü neden oynatmadığı sorusuna "Lincoln'ü Hamburg maçına sakladım" diye cevap verdi. Çıldırdı bizim üç kafadar! Vay efendim nasıl böyle dermiş? Vay efendim neden delikanlı gibi çıkıp konuşmamış, Lincoln'ü yerden yere vurmamış, burda patron benim dememiş? Adamların bütün hayallerini yıktı Bülent, oysa nasıl da sevinmişlerdi Galatasaray Lincoln'ü kaybedecek diye. Yani Kaptan'ın Lincoln'ü cezalandırması yetmiyor, doyurmuyor bunları, bir de kameraların önünde rencide etmesini, leş kargalarının önüne atmasını bekliyorlar. O anda Bülent'e karşı da tavırları değişti, ona verip veriştirmeye başladılar. Gökmen çıkıyor, "hiç oynatma Lincoln'ü, Nonda'yı oynat" diyor, Sinan çıkıyor, "Yerli futbolcular canlarını dişine takıyorlar, tekmelere kafalarını koyuyorlar, aslan gibi oynuyorlar" diye bu sefer yerli futbolcular-yabancı futbolcular ayrımı çıkartmaya çalışıyor. Hızını alamayıp Sabri'nin de aslanlar gibi oynadığını bile söylüyor. Hatta "Bu Lincoln'ü bi gün soyunma odasında döverler" diye de aklınca veriyor gazı...

Bundan sonrasında ne yazmaya kalksam olmayacak, ister istemez küfüre kaçacak. Sen anladın beni büyük Galatasaray taraftarı, siz de anladınız di mi leş kargaları?

Son söz Kaptan'a. Bunların dolmuşuna gelme, tayfanı bu korsanlara yedirme Kaptan! Bugün Lincoln'ü verirsen, yarın yere tükürdü diye Kewell'ın, kaşı gözü oynadı diye Baros'un, kaşının altında gözü var diye Arda'nın da kellesini isteyecekler senden. Dobermann'ından Rıdvan'ına, Telegol'ün güllerinden Küçük Hakan'a ve diğer cümle spor programı kargalarına; Lincoln'ün sektirdiği topa kızdıkları, celallendikleri kadar; Volkan'ın kariyerindeki bilmemkaçıncı tekmesine, Fenerli Emre'nin kariyerindeki bilmemkaçıncı saldırganlığına kızabildi mi bunlar? Volkan'ın attığı tekmeyi Lincoln atsaydı, Emre'nin yaptığı "kafanı keserim"i Baros yapsaydı ne olurdu şimdi, bir düşün... Düşün ve ibret al.

16 Mart 2009 Pazartesi

Yine fırsat teptik

Eğri oturup doğru konuşalım; bizim çocuklar bu lige asılmıyorlar. Evet, Lincoln oynamalıydı, evet, Yunus Yıldırım da yıldırdı, ama Hamburg maçındaki Galatasaray olsaydı, bu Trabzon'u 5'ler, paket yapardı. İlk yarıdaki maçta yürüyerek 3'lediğimiz Trabzon, bir parça daha takım olmuş, o kadar. Onlarda da öyle şişirildiği kadar bir futbol göremedim. Daha önce de defalarca dediğim gibi şans melekleri bu sene fazla mesai yapıyorlar Trabzonspor için.

Sahada aslan parçası bir Arda vardı dün akşam. Tabirimi mâzur görün; "Metin gibi..." Onun dışında çok kötü oynayan adam yoktu ama eksikti işte bir şeyler. Arda'nın çıkardığı şiir gibi paslar çok sağlam gol pozisyonları yarattı, ama Arda savunmaya geldiğinde ya da pozisyonun içinde olamadığında orta sahada takımı yönetecek, oyun kuracak futbolcu sıkıntısı yaşandı. Ayhan dün akşam yapamadı mesela o işi. Barış da... Sabri'nin serbest vuruş şımarıklığı da maçta değinilmesi gereken noktalardandı. Sabri'ye üst üste 3 frikik kullandıracak kadar düştü mü bu takım yahu? Hiç adam bulamazsanız; Yaman güzel serbest vuruşlar kullanıyor.

Gelelim Lincoln meselesine... Lincoln'ün Hamburg maçında oyundan çıkarken yaptığını tasvip eden yok aramızda. Hatta işin aslı böyle olaylardan sonra teknik direktörlerin oyuncuyu böyle bir-iki maç cezalandırmasını da mâzur görebiliriz. O da etten kemikten, insan işte... Ama Büyük Kaptan; senin eksiklerinden bir 11 çıkartsak, Türkiye Ligi'nde şampiyonluğa oynar, senden önceki Alman'ın yaptıkları yüzünden ligde de istim üzerindesin, puan kaybetmeye tahammülün yok, onun üzerine bir de Perşembe-Pazar hayati maçlar oynuyorsun. Kewell'ı da dinlendirdin, bari şu Lincoln'ü oynatsaydın yaa... Ha gene senin takdirindir, bence illa keseceğim diyorsan kesmeye de hakkın var ama, bu iş şimdi Lincoln'e mi ceza oldu, bize mi? Galatasaray düşmanlarını, mal bulmuş mağribi gibi sevinenleri de yarından sonra yazarım sanırım. O da geniş ve es geçilmemesi gereken, arada kaynamaması gereken bir konu. Bir de Kaptan, sen bu Semih'i hâlâ 1 dakika bile oynatmadın, çıkartıp Hamburg maçında oynatacak mısın? Bana sorarsan ben Kurtuluş derim, göbekte oynayabilir. Kewell'ı stoper başlatmak geride günü kurtarsa da ileride önemli şekilde gücümüzü eksiltir.

Efendiliğimiz gereği iğneyi kendimize yeterince batırdık. Şimdi iş nihayet çuvaldızı batırmaya geldi. Ben seni Sivas maçından falan da çok eskiden tanırım Yunus Yıldırım. Hagi'li 2004-2005'in sondan 3. (ya da 4.) haftasında Ali Sami Yen'deki Gençlerbirliği maçında çıktın ilk kez karşıma, karşımıza. Tribündeydim. Fener'i 5'leyip Türkiye Kupası'nı kaldırdığımız haftanın sonuydu. Hani şu Ali Tandoğan'ın 90 dakika kasap havası oynadığı, ama 90 dakikayı tamamlayabildiği maç... Hani Ribery'nin yüzlerce tekme yiyip, maçın farklı bölümlerinde defalarca resmen meydan dayağı yiyip, bir tane bile faul alamadığı maç... Bir de ya penaltımızı, ya golümüzü (ya da ikisini birden) iç ettiğin maç... Arkandan konuşmadım, o akşam suratına suratına bağırdım ben hep Yunus. Ben hassas adamım. Böyle şeylerden sonra üzülürüm hep aradan zaman geçince, vicdanım rahat etmez. Ulan keşke demeseydim derim. Aradan 4 yıl geçmiş, ben sana ettiğim küfürlerden hiç pişman olmadım, sahiden Yıldırdın Yunus! Yaser'e gösterdiğin kırmızı da tüy dikti. O Yaser'in enine açtığı kolları var ya... Ah Yunus ah, neyse...

Bir çift sözüm de delikanlı Trabzon'a. Bu adamlar Fener'in ve Fener medyasının dolmuşuna binip son yıllarda bize karşı sürekli düşmanca bir tavır takınmaya özeniyorlar. Bizim, Trabzonspor'a da, Trabzon insanına da olan sempatimizden yararlanıyorlar, yüz buluyorlar, şımarıyorlar. Ali Sami Yen'deki maç sonrası 5-10 Trabzonlu "delikanlının" Mecidiyeköy'de yalnız yakaladıkları taraftarlara -birçoğu da bayan- toplu halde saldırdıklarını unutmadık. Dün de birilerinden öğrendikleri "Avrupa Fatihiymiş Galatasaray..." tezahüratına başlar başlamaz Arda'nın 2.'yi çakması kapak oldu, cuk oturdu fırlamalara. Ulan arkadaşım, ne demek "Avrupa Fatihiymiş"? Al işte Mart'ı yarıladık, Galatasaray'dan başka Türk takımı var mı Avrupa'da? Hele bir de sen Trabzonspor'sun, insan utanır biraz Avrupa'dan bahis açmaya. UEFA Kupası'nda Aston Villa'yı kadavra zamanında yenip, sanki efsane Aston Villa'yı yenmiş gibi yıllardır anlatan siz değil misiniz? En büyük Avrupa başarısı diye rövanşında 7-2 yenildiğiniz bir 1-0'lık Barcelona galibiyetini anlatıp duran siz değil misiniz? (Bu arada maçı üç kere uzun süreli kesen balon, konfeti, elektrik kesintisi ıvır zıvır gibi şeylerin cezası ne olacak bakalım?)

Sadece taraftarına da kızmıyorum ha, futbolcuları da sakatlamak için oynadılar dün. Bir pozisyonda Arda'ya 3 adam birden daldı resmen, Yunus Yıldırım'ın delikanlılığını göremedik orada. Arda'nın bacağının delindiği pozisyonda da göremedik. Ne olacak? Galatasaray bir büyük maçtan gelmiş, bir büyük maça gidiyor. Futbolcularının en sakındığı şey sakatlık. Yunus Yıldırım da Galatasaraylılar'ı doğratmaya ant içmiş zaten. Eh, vurun, parçalayın o zaman Anadolu Kaplanları! Tekmeleye tekmeleye aldınız ya 1 puanı, sinsi sinsi sırıtırsınız şimdi. Büyük bir iş yapmış gibi sevinirsiniz. Her sene 4'lenirdiniz, bu sene puan bile kopardınız ya bizden, vallahi büyük başarı. Amaca giden her yol da meşru zaten. Dünyanız bu kadar oğlum, acıyorum size de. Sizin Perşembe akşamı televizyon başında özenerek izleyeceğiniz adamlarız biz. Televizyonu kapatınca da ayrı dünyaların insanları olduğumuzun farkına varır mısınız? Yoksa elinizde kâğıt kalem ordan salya sümük 1 puan kapsam, şurdan ite kaka 3 puan alsam diye şampiyonluk hesabı mı yaparsınız? Yazık valla size de...

Âdet edindiğimiz üzere şampiyonluk analizimizi de yapalım yazımızı bitirirken. Biz Trabzon'a 1 puan verirken, Fenerbahçe de bizim gibi son dakikalarda yediği golle Kocaelispor'a puan verdi. 2 takımın da şampiyonluk şansından bir parça alıp, haftalardır yenilmeyen Beşiktaş'a veriyorum. Bu hafta kazanan Sivas'ın şansına dokunmuyorum. Trabzon'un zaten küçük gördüğüm şansına da... 10 hafta kala gene karışıyor işler. Serde Cim-Bom'luluk var; burun farkıyla en büyük şansı Galatasaray'a veriyorum. Ardından ikinci en güçlü aday tahtını Fenerbahçe'yle Sivas paylaşıyorlar. Onun da arkasında burun farkıyla Beşiktaş. Vallahi sezon başından beri bir bana kendini kanıtlayamadı Trabzon. Onun şampiyonluğuna versem versem %8 veririm. Kocaeli de iyi direniyor ha. Bence hâlâ bitmedi işleri. Konya ve Ankaragücü sıktı, fazla düz, renksiz geliyorlar bana. Onlar düşsün bence. Bu haftanın en önemli maçı da kuşkusuz Sivas-Beşiktaş. Sivas bu sezon büyükleri de yeniyordu ama bu aralar havaları bozuldu sanki. Bu maçı alırsa Sivas yeniden önemli bir hava yakalar, Beşiktaş kazanırsa da artık onlar ciddi ciddi bir şampiyonluk havasına girerler. 5'li içinde fikstür avantajı diye bir şey varsa o da Beşiktaş'ta an itibariyle. Her halûkarda belirleyici olacak bu maç. Bizim Eskişehir maçı da Uğur'u ya da Semih'i oynatabileceğimiz bir maç olur inşallah. Ya da Sabri'nin yerine Kurtuluş'u...

15 Mart 2009 Pazar

Beyaz Forma, Kara Belâ

İlk yarıdaki Bursaspor maçıydı. Canaydın'ın öldürdüğü ruhumuz canlanıyor, yeniden bir takım doğuyordu; "Galatasaray gibi". Kewell ve Baros cuk oturmuş, Lincoln de artık oynamaya karar vermiş, kalede de güven veren bir De Sanctis'le mis gibi bir takımımız vardı. Yalnız tek sorun bizim oyuncular fazla teknik kalıyorlar, fizik gücü açısından sorun yaşanıyordu. Bursa maçı kadrosunda Nonda'yı görünce "Heh" dedim, "İşte aradığımız fizik güç burda." Bu takıma Nonda da katılırsa tam süper olur!

Ve maç başladı. Bizimkiler çalışıp didiniyor, pozisyon üretiyor ama Nonda biraz çekiniyordu sanki toplara vurmaya. Fizik gücü beklediğim, üzerine 1-2 değil 5 Bursalı abansa belki en fazla sendeleyecek olan koskoca Nonda, adeta ceylan gibiydi. En ufak bir şeyde düşüyor, ayakta duramıyordu. Eh ben de çıldırıyordum haliyle. 90 dakika böyle geldi geçti. Top hep bir şekilde Nonda'ya kadar gitti, ama orda kaldı. Adam 3 metre önündeki topa hareketlenmeye eriniyor, ayağına top versen ya taca ya da topsuz alana atıyordu. 2-1 yenildik.

O gün verdim ben bu adamın notunu. Sezona başlarken Nonda'sını tatilde bırakıp Shabani'nı getirdiğini işte o gün anladım. Sağolsun o da beni utandırmak için kılını bile kıpırdatmadı. O gün bu gündür aynı Nonda bu Nonda. İşin kötüsü derdimi ne sevgili Galatasaraylılar'a anlatabildim, ne de Skibbe'ye. Skibbe oynattıkça oynattı, ben çıldırdıkça çıldırdım. Ben kızdıkça, "Yok abi Nonda çok faydalı bakma sen" diyen arkadaşlar çıktı, daha beter kızdım. Nonda forma buldukça gemi azıya aldı, benimle de Galatasaray'la da dalga geçmeye başladı. Nonda Galatasaray'ı batırdıkça Skibbe de kendini kaybetti, deli gibi forma verdi Nonda'ya. Öyle ki artık son zamanlarda neredeyse maç başına 1 gol ortalamasıyla oynayan Baros'u kesip Nonda'yı oynatmaya başladı.

Misal; Fenerbahçe maçında ilk yarıyı 2-1 yenik kapatmıştık ama çok iyi oynuyorduk, bu maçı kesin alırız diyordum. Devre arasında kenarda Nonda'yı görünce başımdan aşağı kaynar sular döküldü, yok abi dedim, yok, gitti bu maç. Mâlûmunuz gitti. Hem de fenâ halde. Artık son zamanlar Nonda'yı gördükçe ellerim titremeye, gözlerim kararmaya başladı. Sonra Galatasaray'ı canlı izlemeyi bıraktım. Skibbe oynattıkça oynattı, Nonda oynamadıkça oynamadı. Özetleri izlemeyi bile bıraktım sonra, kaldırmıyordu sinirlerim.

Sonra bizim Alman kovuldu; bir Nonda için, bir de Sabri için sevindim bu işe. Kaptan takımın başına geçince, "Nonda'yla Sabri'yi oynatacak kadar Alman olmasın yeter" dedim. Olmadı. Kaptan da hâlâ Skibbe'nin takımıyla oynuyor, Baros'tan sonra aklına ilk Nonda geliyor.

Bu fotoğraf da Hamburg maçıdan. Maçın sonlarındaki itişmeden. Nonda'nın maçtan yakın plân bir fotoğrafını bulamadım, ancak bunu bulabildim. Düz beyaz formaları bu yüzden severim ben. Ayhan'ın, Barış'ın, Arda'nın formaları daha maçın ilk yarısında çamura, çime, tekmeye bulanmıştı. Nonda'nın 90 dakika sonundaki formasını bulun getirin bakalım, bir leke var mı? Dirsek kısmı biraz kirlenmiş gibi ama takılıp düşmüş, o bahaneyle 5 dakika yerde yatmıştı, o arada oldu herhalde o da. Sanırsın adam aynı formayı sezon boyunca giyecek de, kirlenmesin yırtılmasın diye toplara vurmuyor, pozisyonlara girmiyor. O formadan iki damla ter çıkarsa ne olayım!

Şimdi Shabani'm, ben seni sevdim olmadı, sövdüm olmadı. Sana kızmayacağım diye, bilgeliğe, dervişliğe erdim. Sana sabretmekten sabır taşı çatladı, böbrek taşı dökmeye başladım. Sen ne baş belâsı, ne ömür törpüsü bi adamsın be Nonda? Ben ki yüreği insanlık sevgisiyle dolu bir adamım, senin yüzünden zenci düşmanı oldum, ne günahlara girdim Nonda?! Ömrümü yedin, bu dünyamı yıktın, bari öbür dünyada yerimden etme beni güzel insan! Uykularım kaçıyor senin yüzünden, bak sabahın kaçı olmuş, ben seni düşünmekten uyuyamıyorum, seni yazıyorum bilgisayar başında hâlâ!

Son sözüm sana Kaptan. Selefinin gitmesinin %50 sebebi bu adamdır. Bu çamur heriften, bu pislikten uzak dur, senin de ekmeğinle oynamasın. Ver şunun eline bavulunu, birlik olsun gönüller, halay çeksin yiğitler...

14 Mart 2009 Cumartesi

Biz bu turu atlarız!

Demedim mi?

Meira'nın arkasından ağlayıp sızlanacak bir şey yok, Balta'yı ortaya çeker, Volkan'ı da sola koyar oynarsın, bişeycikler olmaz demedim mi? Skibbe'nin bizden sakladığı Volkan'ı da uzun zaman sonra gördük, ben çok beğendim. Beklemediğim kadar iyi, Galatasaray'a yakışacak kadar teknikti. Bizim Alman, Balta sakatlandığında bile bu Volkan'a şans vermemek pahasına Topal'ı solda oynatmıştı. Ancak Sezar'ın hakkı Sezar'a, Kalli bu çocuğu oynatırdı, yeri gelmişken belirtelim.

Nonda'yla ilgili 1 milyon kere söylediklerimi tekrarlamayacağım. Mis gibi pozisyonu ve onun gibi nicesini daha harcadı dün. Son 15'te nihayet Karan girdi oyuna da ilerdeki acizliğimiz sona erdi. Son dakikada buz gibi golünü de çaktı Karan. Macar hakem hakkımızı yedi, biz de Ümit'in hakkını yiyelim mi? Bu akşamdan da sonra artık Kaptan bu konudaki kredisini doldurdu. Bugüne kadar Skibbe'nin şablonunu kullanmakta serbestti, ancak bugünden sonra Karan'a rağmen yine Nonda'yı tercih ederse artık Kaptan'ı da eleştirmekte haklı olacağız.

D-Smart'ın son dakika şifre koydurma girişimlerine rağmen Alman Devlet Televizyonu ARD'den mis gibi izledik maçı. Tabii gene dediklerinden bir şey anlamadık ama W9 spikerleri gibi aralarında boş boş muhabbet etmedikleri, maçı anlattıkları belliydi. Afferim diyoruz Almanlar'a. Bir aksilik olmazsa rövanşı da ZDF'den seyredeceğiz. Aman sakın bozmayın kendinizi, havaya girmeyin. Maçları böyle güzel güzel anlatın, araya şifre koymaya falan da kalkmayın.

Maçın ilk yarısında müthiş bir Galatasaray seyrettim ben şahsen. Benfica maçı mı dersiniz, ne dersiniz bu sene Galatasaray'ın en iyi oynadığı maç için bilemem, ama bu maçın ilk yarısındaki Galatasaray, büyük ihtimalle en az o kadar iyiydi. Sonracıma, Hamburg'a gelirsek başta bu Guerrero olmak üzere ben bu adamları beğenmedim. Çok çamur, sevimsiz buldum, gıcık oldum. Ekran karşısında da bol bol sövdüm, İstanbul'da efendi olmazsanız buraya da yazarım, sonra insan içine çıkamazsınız bak demedi demeyin.

2. yarıda işler değişti. Bir gol yedik, yemeyeceğiz diye bir kanun yok, yeriz, ama biraz daha dayanabilseydik keşke. Sonra bir de Emre kırmızı gördü, olmadı. Ciğerinizi bilirim, kızarsınız, saydırırsınız şimdi bu Emre'ye, yapmayın. Adam sahaya yüreğini koyuyor, ha yaptığı hata, üstelik savunmada böylesi bir kriz varken rövanşta da bizi eksik bıraktı. Ama kızmayın işte, o pozisyonda son adam falan da değildi zaten, en fazla sarılık pozisyon. Bu hakemi de sevmedim ben. Macar diye dost sandık ama...

Bu peşpeşe iki hata maçın rengini değiştirdi. Sonra Nonda "al da at" dercesine bir pası, alıştığımız üzre "Ne? nası yani? Geldik mi?" diye bok etti. Şaşırdım dersem yalan olur. Artık kızamıyorum da... Bu adamın kahrını çeke çeke bilgeliğe erdim ben. Kitaplarda, hayatlarda, hüzünlerde ya da mutluluklarda aradığım bilgelik meğerse dümbük bi zencinin ayaklarının altındaymış. Bilemedim...

Sonra nihayet Kaptan, Karan'ı aldı bunun yerine, hareket geldi oyuna. Karan yazının başında da dediğimiz gibi vazifesini yaptı, golünü attı. Hakem buz gibi golü yemese şimdi turu kutluyor olacak, Ümit'in sağ ayağına methiyeler düzecektik. Dediğim gibi; hakemin yaptığını biz yapmayalım, artık şu adamın hakkını yemeyelim.

Rövanşta Emre'nin yerine kimin oynayacağı konusuna gelince Kurtuluş'tan başka alternatif göremiyorum. Semih adı sürekli dillendiriliyor ama çocuğa bir kez olsun ligde şans verilmedi. Bursa maçında bir 15-20 dakika olsun oynatılsaydı, bu hafta Trabzon maçında da hadi en azından bir devre oynar, Hamburg maçı için düşünülebilirdi. Ama şu durumda oynatılması bence gereksiz risk olur. Bir turdan daha çok şey kaybedebiliriz çünkü.

Maça dönersek; son dakikalarda da çok kırılma anı oldu. Nonda'nın yerinde herhangi bir insan evlâdı olsa, Karan'ın golünü de hakem yemese 3-1'i kutlayacaktık. Almanya'da alınmış bir 3-1'i hem de. Ha diyebilirsiniz ki, Güven'in çizgiden çıkardığı top olmasa, boş kaleye atamadıkları pozisyon gol olsa... Onlar da var tabii. Ama Emre'nin daha 2. yarının hemen başında atılması bütün plânları bozdu, yoksa bu takım burdan kesin galibiyetle dönerdi. Rövanşta Baros'un da olacağını düşünürsek bana sorarsanız şanslar %65'e %35. Geçen sefer deplasmanda 0-0 riskli skor, berabere kalacaksak da gollü beraberlik olsun demiştim, sağolsun çocuklar sözümü dinlediler.

Evet, biz bu turu atlarız! Kadıköy'deki arkadaşların yüreği bir parça daha ağzına gelecek ama; ciddi ciddi geliyoruz lan galiba?!

(Lincoln meselesine hiç giresim gelmedi. Lincoln özür dilese Kaptan'dan da, şu iş kapansa. Off bi tarafınızı yapsak bi tarafınız bozuluyo yaa, yapmayın arkadaşım. Koz vermeyin Galatasaray düşmanlarına)

12 Mart 2009 Perşembe

Kötü Oyun, 3 Puan, Zirveye Bir Adım Daha

Bu hafta esaslı kötü futbol oynadık, ama 3 puanı aldık mı aldık. Bir de kapıda bir Hamburg maçı var, o zaman iyi futbol beklememek gerekirmiş. Peki, beklemeyelim. Aman siz Almanlar'a karşı başımızı eğdirmeyin yeter.

Bülent Korkmaz, Bordeaux maçı dahil, doğrularıyla da hatalarıyla da Skibbe'nin şablonunu, sistemini sürdürüyor (Skibbe'nin artık iyice tozuttuğu 3'lü savunma günlerini hariç tutuyorum). Bugüne kadar oynadığımız oyun da, oyuncular da (Sabri'si, Nonda'sı, Mehmet Güven'i vesairesi) Skibbe patentli. Oyun olarak pek bir değişiklik görmesek de oyuncu olarak bir değişikliği ilk kez gördük bu maçta; Serkan Kurtuluş. Sabri'nin oynamaması için ancak cezalı olması gerekiyormuş ve "alternatifi yok" bahanesiyle Galatasaray formasını bir türlü üzerinden çıkartmayan Sabri'nin meğerse böyle esaslı bir alternatifi varmış da sezon başından beri bizden özenle saklamış onu Skibbe efendi.

Neyse, zararın neresinden dönülse kârdır. Kaptan umarım Hamburg maçında Serkan'a şans verir sağda. Meira'nın yokluğunu ise hiç forma giymeyen Semih'le doldurmak yerine, Balta'yla, Balta'nın solda bırakacağı boşluğu da Volkan'la doldurur. Nonda'yla ilgili dileklerimi tekrarlamayacağım. Kaptan da bu konuda Skibbe gibi ısrarlı ve Karan'a hâlâ şans vermedi. Umarım çok geç kalmaz.

Sonuç olarak Bursaspor gibi tehlike yaratabilecek bir takımı burda yendik. İlk yarıda Bursa'da oynanan maçtaki performanslarının üçte birini bile oynamadı iki takım da. Tatsız tuzsuz bitti gitti.

"Bakalım bu hafta kim / kimler takılacak" diyorduk; Sivas kendi sahasında Ankara'ya puan verirken, Trabzon da Avni Aker'de Konyaspor'a yenildi. Hep sen son dakikalarda kazanmayacaksın ya Trabzon, bırak bir maçı kazanmak için de futbol oynaman gereksin. Fenerbahçe beklenilenden çok rahat, Beşiktaş da güç belâ galibiyetlerle zirve iddialarını sürdürdüler. Beşiktaş'a yenilen Hacettepe de artık "Ben gidiyorum" diyor. Belki de herşey "GB OFTAŞ"ın "Hacettepe" olmasıyla başladı. OFTAŞ'ın adıyla birlikte ruhu da gitti sanki. Bakalım diğer 2 takım hangileri olacak? Kocaeli direniyor.

Gelelim şampiyonluk değerlendirmemize. Bu hafta Sivas yine şampiyonluk şansını düşürürken, Beşiktaş yükseltti. Galatasaray'la Fenerbahçe mevcut şanslarını korudular. 5'li içinde en az şansı verdiğim Trabzonspor da... Trabzon dışındaki 4 takımın şampiyonluk şansları birbirine yakın. Ben yine küçük bir farkla da olsa en iddialıyı Galatasaray görüyorum. Fenerbahçe'ye karşı Avrupa'da oynama dezavantajı ve fikstür avantajı var. 5 takım içerisinde fikstürü en zor takım Fenerbahçe. Zor geçmesi muhtemel bir Kayseri'yi kolay geçtiler. Bakalım diğer maçlarda ne yapacaklar?

Önümüzdeki hafta şampiyonluk savaşında ciddi bir cephe muharebesi izleyeceğiz: "Trabzonspor-Galatasaray". Ya ben haksız çıkacağım, Trabzon, Galatasaray'ı bile yenebilecek kadar "olduğunu" gösterecek ve artık şampiyonluk konusunda ciddi şans vereceğim, ya da Galatasaray, "Galatasaray gibi" oynayıp Trabzon'un sahte kahramanlığının foyasını meydana çıkartacak.

9 Mart 2009 Pazartesi

Çirkefsiniz Arkadaşlar

Dün oynanan iki maçta 4 Fenerbahçeli'nin çirkeflikleri güne damgasını vurdu.


İlk şov Sivasspor'un hocası Bülent Uygun'dan geldi. Uygun, hakeme kızarak yedek kulübesinin kenarlarını parçalayana kadar tekmeledi. Daha sonra da hakemin üzerine yürüdü, bağırdı çağırdı, sarstı. Takımı Fenerbahçe'den peşpeşe iki maçta 7 gol yerken, üstelik mesela bu gollerden biri ofsayt iken hiç sesini çıkartmayan Bülent Hoca meğerse istediği zaman ne kadar da cevval, ne kadar da asabi olabiliyormuş.

Şu resme de lütfen üzerine tıklayıp büyüterek bakın. Kırılan parçaları toplamaya çalışan görevliye bakışı "Uygun" hocanın. "İlk kez 4 büyükler dışında bir takım, bir Anadolu takımı şampiyonluğa gidiyor ama hiçkimse tarafından sevilmiyor" diyen arkadaşlara kızıyordum ama Bülent artık gerçekten hareketleriyle, boş konuşmaları ve kasıntılığıyla büyük antipati topluyor. Olmuyor, yakışmıyor.

Diğer kareler Kayseri-Fenerbahçe maçından.

Birinde "Fenerli Emre" kenarda tedavi görürken bir yandan da gözleri yuvalarından fırlamış, ağzı burnu yer değiştirmiş şekilde, bir cinnet hâlinde rakibinin 18 yaşındaki genç oyuncusuna "senin boğazını keseceğim" mesajı veriyor. Hakem görmedi, kartsız kurtardı bu işten Fenerli Emre. Bakalım sözkonusu futbolcuya PFDK ceza verebilecek mi, yoksa video görüntüleriyle ceza almak yine Galatasaray'a özgü bir iş olarak mı kalacak?

Diğerinde yine Emre gibi bu tarz çirkeflikleriyle ünlü bir başka "Fenerli" Volkan başrolde. Pozisyon icabı kendisine kasti olmayan bir faul yapan Kayserili çocuğa yattığı yerden çakıyor tekmeyi! (Bu arada Volkan için bir parantez açmak gerekirse bir rakip takım kalecisi olarak benim için hiç sorun değil böyle niteliksiz, çamur ve takımını yakan bir kaleci olması. Hatta benim için iyi ve zevkli bir şey bile. Ancak Milli Takım kalesinin bu adamdan derhal kurtarılması gerek!) Nasıl olduysa bunu gördü hakem ve verdi kırmızı kartı. Bu sırada da 3. çirkefliği geldi gecenin.
Roberto Carlos kırmızı kart sonrası hakemi eliyle göstererek "deli" diye işaret yaptı. Evet, hakem bunu da görmedi. Bunun için de bekliyoruz PFDK'nın kararını. Carlos, daha sonra da Tolunay Kafkas'la da gayet laubali bir muhabbete girmeye yeltendi ki, çok şükür ona yüz bulamadı Kafkas'tan.

İşin garibi bu çirkefliklerin hepsi Fenerbahçe 2-0 öndeyken, yani en rahat olması gereken dakikalarda oluyor. Arkadaşım, derdiniz ne sizin? Niye rahat değilsiniz, manyak mısınız, bu kadar mı sorunlu bir çocukluk geçirdiniz, yoksa çocukluğunuz normaldi de "Fenerli" olmak bu kadar mı bozdu sizi?

Çirkefsiniz arkadaşlar, sahiden çok pis çirkefsiniz, mutsuzsunuz, eziksiniz!...

8 Mart 2009 Pazar

Bordeaux'dan Hamburg'a

Bordeaux'yu güç-belâ da olsa eleyip 4. Tur'a çıktık. Şimdi sırada Hamburg var. Yalnız benden duymuş olmayın, bu adamlar çok yaman. Nijmegen'in işini daha ilk maçta deplasmanda 3-0 gibi bir skorla bitirip Almanya'da idman maçına çıktılar. Ligde de bu sezon süper gidiyorlar, geçenlerde liderliği de kaptılar. Son 2 hafta kaybetmişler, bu tek iyi haber.

Bu Hamburg'un bu sezon oynayacağımız en güçlü takım olduğunu söyleyebiliriz. Bordeaux'dan daha iyi takım oldukları kesin, Sporting'in bu sezonki performansına bakarsak onlardan da iyiler.

Ha yenemeyeceğimiz kadar iyiler mi derseniz, "o kadar da değil" derim. Baros'um, Kewell'ım, Arda'm, Lincoln'üm varken ben her takımla başabaş oynarım derim. Yalnız bu sefer takım olarak elimizdekinin tamamına yakınını ortaya koymamız, tam kapasiteye en yakın şekilde oynamamız gerek. Kewell'ın sakatlanmaması (oynasın da performansı sorun olmaz), Baros'la, Lincoln'ün de gününde olması gerek. Arda için bir şey söylemeyeceğim, o bu gibi maçlarda nasıl oynaması gerektiğini çok iyi bilir ve oynar da.

Ha bir de Sabri'yle Nonda'nın olmaması gerek ama yazık ki olacaklar gibi de. Sabri savunmadaki sıkıntı nedeniyle oynayacak. Nonda da, Baros'un yokluğu nedeniyle. Ha yine de bana sorarsanız Sabri'nin yerine Emre Aşık da Serkan Kurtuluş da (Şu Alman şu çocuğu sezon başından beri adamakıllı bir oynatmadı ki!), hatta yetişirse Uğur Uçar da aslanlar gibi oynar. Baros'un yokluğunda da Nonda'nın yerine Ümit Karan oynayabilir. "Nonda da Nonda" diye diye Ümit'i kuruttu, demoralize etti Alman. Bakalım Kaptan, Ümit'i sahaya sürme cesaretini gösterebilecek mi? Olmadı, Yaser bile oynar yahu!

Son birkaç yıldaki en zor Avrupa maçlarımıza çıkacağız Hamburg'la. Sözün özü; Hamburg güçlü takım, dişli takım. Baros cezalı, Servet, Mehmet Topal, falan filan da sakat. Baros rövanş maçında sahada olacak. Topal ise Çeyrek Final'de inşallah sahada olabilecek. Servet için ise Yarı Final'den öncesi imkânsız gözüküyor. Uğur Uçar'ın, Linderoth'un hali ise nic'olacak, hiç bilemiyorum. Deplasmanda golsüz beraberliğin hiç de avantajlı bir skor olmadığını Bordeaux'da gördük, sahaya istediğimiz futbolu yansıtabilirsek Hamburg deplasmanında (tribünlerin en az %40'ını bizim çocuklar dolduracaktır gerçi:) mutlaka gol için de bastırmalıyız, beraberlikle döneceksek bile gollü bir beraberlikle dönmeliyiz.

Bu arada yönetimiz rövanş maçı için bilet fiyatlarını da şimdiden açıklamış:
Numaralı Grup 1: 250 TL
Numaralı Grup 2: 200 TL
Kapalı Alt Grup 1: 275 TL
Kapalı Alt Grup 2: 225 TL
Yeni Açık Alt: 60 TL
Yeni Açık Üst: 60 TL
Eski Açık: 60 YTL
Ekonomik kriz bir tek futbolu vurmadı sanırım. Yani o tribünler bir şekilde dolar ama, maçı koparacak, 12. adam görevi görecek taraftarlardan çok "çekirdekçi" diye tâbir ettiğimiz AB grubu vatandaşlarla dolar -ki tribünden elde ettiğin fazladan gelir, tur atlamanın sana getireceği gelirin yanında çekirdek parası kalır.

Son sözüm de muzip Türk basınına. Ben sizin ciğerinizi bilirim, bugünden hazırlamışsınızdır başlıkları. N'olur ne maç öncesi, ne maç sonrası "Hamburg'er"li harf oyunlu başlıklar ve yorumlar olmasın. N'olur bir parça yaratıcılık?!

6 Mart 2009 Cuma

Sivas'a Nazar Değdi

Adamlar gittiler gittiler de, durmak için benim "Bastır lan Sivas!" dediğim haftayı seçtiler. Gerçi yenildikleri takım da Kadıköy'de Fenerbahçe, ama olsun. Kıl payı farkla da olsa şampiyonluğun en güçlü adayıydı bana göre geçen hafta, bu hafta Galatasaray kıl payı farkla önüne geçti Sivas'ın. Sivas'ın da arkasında yine kıl payı farkla Fenerbahçe var bana göre.

Sivas 3 puan kaybedince, geride kalan büyükler de maçlarını kazanarak farkı kapattılar. Liderle 5. arasındaki puan farkı 5'e düştü. Galatasaray ve Fenerbahçe kendileri için kritik olan haftada kazanarak şampiyonluk yarışından kopmayacaklarını gösterdiler. 12 hafta kala şampiyonun Galatasaray, Sivas ya da Fenerbahçe'den biri olma ihtimali bence %75. Geri kalan %25'i de Beşiktaş ve Trabzon paylaşıyorlar. Trabzon güç-belâ da olsa kazanma alışkanlığını sürdürdü. Bana sorarsanız 5 takım içinden şampiyonluk şansı en düşük olan takım ama şaka maka zirveye de ortak oldular bu hafta, Sivas'la aynı puandalar. Trabzonspor'un da şansını biraz artırdığını itiraf etmek gerek.

Her hafta bu 5'liden biri veya birkaçı puan kaybediyor. Bakalım haftaya olan kime / kimlere olacak?

27 Şubat 2009 Cuma

Beş dakkada değişir bütün işler...

justin.tv ya da sopcast'ten maçı izleyebilir miyim diye internet kotama bakacaktım. Saatlerce açamadım Telekom'un meşhur kota sorgulama sayfasını. Maça 10 dakika kala açtım, pek bir şey kalmamış ama "olsun lan!" dedim, başladım maç linki aramaya. O sırada aklıma geldi, Hotbird'de maçı şifresiz veren kanal var mıdır diye de bakayım dedim (Önceden her maçtan önce bakardım, sonra sonra ümidimi kestim o işten de), bir de ne göreyim bizim W9 (hemen de bizim oldu:) veriyor maçı. Daha önce de Kayseri'nin PSG maçını vermişti bu elemanlar.

İnşallah şifre mifre girmez dedim, koşturdum televizyona. Bir de ne göreyim; bizimkiler sahaya çıkıyor. Bir anda Ali Sami Yen havası doldu odaya. Kanalın adının yanında şifreli kanal işareti var, her an şifre girecek diye korkuyorum. Maç başlar başlamaz girebilir dedim, girmedi. Şifre girmeyen her saniye içimdeki sevinç katlanıyo, oh artık şifre girmez bu maça derken top kalemize girmesin mi?!

Ânında yalan oldu odaya dolan Ali Sami Yen coşkusu... "Beş dakkada değişir bütün işler"...

0-0'ın bizimkilerin şişirdiği kadar iyi bir skor olmadığını söyleyip duruyordum, "bi gol yersek işler sakata girer" diyordum ya, ne mübarek ağzım varmış meğer. Maçı televizyondan izleyebilmenin verdiği coşkuyla farketmemişim; Sabri'nin 11'de olduğunu da o anda farkediyorum. İçim bir parça daha buruluyor. Kewell'ın yokluğunu sakatlıktan yeni çıkmasına bağlıyorum, ama kesin oyuna girecek diye "elde var bir" rahatlığıyla bakıyorum maça.

"Galatasaray gibi" oynayamıyoruz. Ataklarımız var ama bastıramıyoruz. Organize akınlarımız yok. Yine de sahada Nonda yok diye, ilerde Baros var diye hep güveniyorum Cim-Bom'a. Sabri yine bir-iki kazmalık yapıyor. Yapmasın mı? Bu arada Mehmet Topal sakatlanıyor ki içim gidiyor. Ama sonra yerine Kewell girince unutuyorum hemen bütün acımı. Bülent Korkmaz kenarda hırslı, kameralar sürekli onda. Gülümsüyorum. "Gelecek, gelecek" diyorum. Ama 2 gol gerek, dakikalar geçtikçe canım sıkılıyor. Fransız kanalı galiba bu. Ulan adamlar da ne ruhsuz maç anlatıyorlar diyorum, "Radyodan maçı açıp Türkçe dinlesem" diyorum, radyo 3-5 değil 10 saniye ilerde. Bu senkronizasyon problemi maçı zehir eder deyip dönüyorum tekrar bizim Fransız spikerlere. Adamlar futbolcuların adlarını bile 5 dakikada bir söylüyorlar, kendi aralarında konuşuyorlar ama maçtan bahsettiklerinden bile şüpheliyim. Beğenmediğim bizim spikerleri bile arıyorum. Emre Tilev anlatıyordur diyorum, her kaçan pozisyonda meşhur "7.32, 2.44, bir Allah, bir top, bir kale" feryâdını anıyorum, daha bir hüzünleniyorum.

...derken top Baros'a doğru tehlikeli bölgede yol alırken sıçrıyorum, Baros vuramayınca tam dizimi döveceğim, Arda çakıyor top filelerde! "Oh!" diyorum, bir gole daha ihtiyacı olduğu için topu kucağına alıp santraya koşan golcü havasındayım tam. İlk saniyelerdeki golle aptallaşmıştık tribünler de, ben de. Şimdi Ali Sami Yen cehenneminin de fitili ateşleniyor, benim de. Takıma bir rahatlık, bir güzellik geliyor. Derken Kewell da uzak mesafeden 90'a çakmasın mı? "Oh be!" diyorum bu sefer. "Oh ulan!" diyorum, "Hoşgeldin!" diyorum Galatasaray'a! Üzerimden bir yük kalkıyor ki, sorma gitsin sevgili blog. Tam tadını almaya başlamışken "devre arası" diyor sonra gâvur hakem.

Beş dakika önceki halimi düşünüyorum, "oh be!" diyorum yine. "Beş dakkada değişir bütün işler"...

2. yarıya zaten zafer sarhoşu başlıyorum/başlıyoruz. Yine de rahat değilim öyle, arkama yaslanamıyorum bi türlü. "Bi gol daha atsak tamam bu iş" diyorum. Gözüm Baros'un üzerinde. Kewell'a gelen her topta ayaktayım. "Lincoln bu akşam havasında değil" diye içleniyorum. "Al sana Lincoln!" dercesine bir orta açıyor Lincoln yerden, Arda bir daha çakıyor, 3 oluyor!

"Bu iş bu kadar" deyip artık bir üst turu düşünmeye başlıyorum. Bizimkiler iyice açılıyorlar artık, 4'ün kokusu geliyor. Ama tam o sıra Cavenaghi, Chamakh, ve fark 1'e iniyor. Bir yanım "bi şey olmaz" dese de öbür yanım diken üstünde. "Ulan nerden çıktı şimdi bu gol" diye hayıflanırken Chamakh vuramıyor, Cavenaghi vuruyor, skor 3-3 oluyor.

Bir anda Ali Sami Yen hüznü çöküyor odaya. Bir de Nonda'yı oyuna girerken görüyorum, gözlerim kararıyor yine. "Beş dakkada değişir bütün işler"...

Bakıyorum saate, 15 dakika var. "Ulan" diyorum, "Ne maç be!", "Ulan" diyorum, "Nerden nereye!" Dakikalar geçtikçe karabasanlar çöküyor omuzlarıma. İşte o 13 dakika ömrümden ömür gitti biliyor musun sevgili blog?

Öyle böyle geçti işte o 13 dakika. 88'de bir köşe vuruşu daha kullanacağız. "3 dakka da hakem ekler, 5 dakka var daha" diye umutluyum. Lincoln geliyor, vuruyor ortaya, bir saniyeyi on dakika gibi yaşadığım anlar... Topu çıkaramıyor ordan Bordeaux, ben ayaktayım, gözüm hiçbir şeyi görmüyor, oradan biri vuruyor, top hızla Bordeaux kalesine giriyor! Gooooolll!!!!

Böyle hikâyelerin sonları da hep çok çarpıcı olur ya; golü atan da Sabri'ymiş!

"Şu anda uçaktayım bize doğru,
Biz dediğim gayet zorlu,
Neyse ki açılıyoruz dünyaya,
Hiç açmadığımız kapılardan.
Öyle haller içinde ki halim;
Türkçe'ye çevirmeye yok mecalim.
Beş dakkada değişir bütün işler"...

26 Şubat 2009 Perşembe

Bastır lan Sivas!

21. Haftayı Trabzon'un 3, Beşiktaş'ın 6, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın da 8 puan önünde lider tamamladı Sivas. Ha düştü ha düşecek diye bekleniyor ama ciddi bir süredir kopmadılar zirveden. Artık ciddi ciddi 5. şampiyon lafları konuşuluyor, aman nazar değmesin.

Şampiyonluk için daha 13 hafta var ama korkuyorum ben de takılacaklar diye, fırsatını bulmuşken yazayım diyorum. Say desen 3 tane yıldız futbolcularını sayamazsın, oyuncularının içinde milli futbolcuları da yok yanılmıyorsam. Hocaları da sevdiğimiz deyimle "stajyer hoca". Ama adamlar geçen yıl sonuna kadar (en son bir işler oldu, bir baktılar UEFA'ya bile gidemediler ama) şampiyonluğun peşinden koştular. Ne bu başarının sırrı, bilemedim.

Bu sezon da şu an itibariyle şampiyonluk için en güçlü adayın kim derseniz; Sivas derim kıl payı farkla. Son sonuçlarla iyice yara alan Galatasaray ve Fenerbahçe de arkasından gelir küçük farklarla. Ondan sonra Beşiktaş, en son da Trabzon. Bu elemanların da 2. olduklarına bakmayın, şans faktörüyle elde edilen puanlarla ilgili bir puan durumu yapacak olsak vallahi 1. sırada olurlar. İşin içine bir de Ersun Yanal'ın alıştığımız fırtına gibi başlayan, sonra keskin bir şekilde düşüşe geçen kulüp kariyerlerini katınca da her an düşmelerini bekliyoruz haliyle.

Ama buraya kadar gelmişken sakın geri vitese takma, bastır lan Sivas! Affetme lan! Bunca parayı böyle beceriksizce çarçur eden, monşer takılıp köylü mantığıyla iş gören, artist artist çalım satmaktan başka bir halta yaramayan Fenerbahçe'sine de Galatasaray'ına da, Beşiktaş'ına da bas çalımı. Trabzon'a da acıma anasını satiym! Dik dur, tarih her zaman böylesi fırsatlar çıkarmaz adamın önüne.

25 Şubat 2009 Çarşamba

DUMMKOPF!

Üzerinden bir gün geçti, kapının önüne koyduk, yerine oturtacağımız adamı da bulduk. Şimdi sakinleşebildiğimiz kadar sakinleşebilerek yazabiliriz Skibbe'yi.

Arkadaş, biz senden çok şey beklemedik ki. Eline mis gibi takım verdik. Geçen yılın şampiyonunun üzerine Baros'u, Kewell'ı koyduk. Üstüne geçen sene yatan Lincoln de kükredi, kaleye de kale gibi bir adam bulup oturttuk. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Bu takımın hakkı bu mu?

Hâlbuki adamın yapacağı bir şey de yok. Kurulu takır takır oynayan takıma elini, kolunu, bacağını, orasını burasını sokup karıştırmasın yeter. Sabri'yle Nonda'yı oynattığın her maçta 9 kişi oynuyoruz, bunu ben bedavaya görüyorum, sen oradan o kadar para alırken göremiyor musun? Hadi ben bu işi zevkine izliyorum, bu adamlar senin de ekmeğinle oynuyorlar, senin hâlâ umrunda değil be kardeşim! Yemin ediyorum ben bu takımda oynasam Sabri'yle Nonda'yı kafalarını tokuşturmak suretiyle yeşil çimlere gömerdim her maçta. Adamlar uğraşıyorlar, koşturuyorlar, pres yapıyorlar, top kapıyorlar, ama bu 2dangalaktan birine verdin miydi unut o pozisyonu. Biri mal gibi koşuyor, kafasını kaldırmadan topu bir atıyor, pas verdiği yeri bırak, o yerin 100 metrekare çevresinde bir tek Galatasaraylı futbolcu yok. Ya da direkt kaleye çekiyor, Galatasaray'a geldiğinden beri her maçta yaradana sığınıp topa vurduğu en az 3 pozisyon var, bir tek resmi maçta golü yok kazmanın. Diğerininse hiçbir şey umrunda değil. Koşmayı bırak yürümeye eriniyor paşamız. "Al da at" diye ayağına versen, "ah, anam!" deyip yere düşüyor. Ben bu adamları sarı kırmızılı formayla gördüğümde artık gözlerim kararıyor, ellerim titremeye başlıyor. Sen Skibbe efendi, bu adamların gırtlağına nasıl yapışmıyorsun allaasen?

Bir de sakatlık meselesi var. Bizim çocukların ayakları sanki çubuk krakerden. Sezon başından beri her maç öncesi en az 4-5 as futbolcu sakat. Kimi ısınırken sakatlanıyor, kimi idmanda... Maşallah bir sakatlanan da 2-3 aydan önce geri dönemiyor. Bu iş ya senin düzgün çalıştıramamandan ya da sağlık ekibinden. Bu iş sağlık ekibinden, kondisyonerden falansa "Nooluyo birader" deyip hesap soracak adam da sensin. "Alman"ın önde gidenisin kardeşim, bizim Almancılar'ı ite kaka alışmadınız mı Türkler'i adam yerine koymamaya, hesap sormaya, posta koymaya? Neyden korkuyosun, çekiniyosun, anlamadım ki...

Adam tipik Anadolu takımı hocası. Kewell'lardan, Lincoln'lerden anlamaz bunlar. bunların eline Mahmut'ları, Osman'ları, Celalettin'leri vericeksin, salıcaksın küme düşme hattında debelensin dursun. Yoksa görüyorsun; eline Baros'u versen kulübeye koyup Nonda'yı oynatıyor. Bu kadro derinliğinde Sabri Sarıoğlu gibi kazmalar hâlâ onbirin değişmezi oluyorlarsa bu işte bi pislik var demektir hoca.

Bu herifin Alman'lığı da bi muamma zaten. Adamın yardımcılarını kendinden habersiz kovuyorsun. Bunun üzerine istifa etmek için "Alman" olmaya, ilkeli olmaya falan da çok gerek yok. Bizim beğenmediğimiz, Anadolu takımı hocası deyip alaya aldığımız hocaların bile birçoğu bu durumda istifa ederdi. Nerde senin "Alman"lığın Skibbe? O yetmedi üzerine "teknik danışman" diye selefini koydular, gene bana mısın demedi. Orta sıra takımlarından birinden beraberlik alınca "Beraberlik iyi sonuç", kaybedince "Taraftarın tepkisini anlıyorum"... Al işte lig sonuncusundan Ali Sami Yen'de 5 yedik, adamda hâlâ tık yok. Al kardeşim, al tazminatını da, 3-5 kuruş için sen istediğin kadar küçülebilirsin ama bizi küçültemezsin, al tazminatını da başına çal, haram zıkkım olsun!

Size bir şey söyliyiym mi? Ben kolay kolay adam harcamam, ama taa Steau Bucuresti'e elendiğimiz akşam "Keselim şunun biletini" demiştim. "6 ay sonra, 1 sene sonra iş işten geçtikten sonra gene tazminatını verip kovmaktansa, şimdi yollayalım, mundar etmeyelim bari takımı" demiştim. "Cevat Hoca'yı değiştirmeyelim, zaten yerine çok âhım şâhım bir adam getirecek hâlimiz de yok" da demiştim. Evet, işi kendimi övmeye bağladım ama yapacağım, Türk futboluna ve Galatasaray'a borcum var. Bundan sonra da burada yazdıklarım dinlenmez ve gene yanlış yollara girilirse onları daha beter kafalarına kakacağım hatta!

Bazen öyle zamanlar vardır ki "idare-i maslahat" yapamazsınız. Çok kısa zamanda radikal bir karar vermek zorunda kalırsınız; sizi bir anda ya hain, ya da kahraman yapacak. Bu iş de başımıza böyle geldi. Skibbe'yi postalamak için Bordeaux maçı beklenmemeliydi bence de. Skibbe'nin gidişi de birden morallerimizi yükseltti hem. "Bir şehzade verdik ama bir devlet kurtardık!"

Polat Başkan'a geç de olsa yaptığı güzellik için teşekkür ediyoruz. Şimdi ondan tek isteğimiz Skibbe'yi Atatürk Havalimanı'ndan uğurlarken arkasından "Dur, bunları unutmuşsun" diyerek, sevgilisinden aldığı hediyeleri veren gözü açılmış bir âşık modunda Sabri ve Nonda'yı da kafasına fırlatması.

Son sözüm Skibbe'ye, anladığı dilden: DUMMKOPF!

23 Şubat 2009 Pazartesi

Bülent Korkmaz!

"Yuvana hoşgeldin Büyük Kaptan!" diye atacaktım başlığı, içime sinmedi. Bir sezon daha oynamak istemişti, "Gerekirse kulübede otururum, para da istemem" demişti de gene de gözünün yaşına bakmamıştı bizimkiler giderken. Şimdi de "Büyük Kaptan" olduğu için değil, vefâ olsun diye de değil, afedersiniz götümüz sıkıştığı için aldık koyduk takımın başına. Yalan mı?

Bülent'i sevmediğim için değil, aksine Metin Oktay'dan sonra sarı-kırmıyızı en iyi taşıyanlar içinde 2 numaraya koyduğum için kasaba politikacısı ağzıyla beylik laflar etmeyeceğim gelişine.

Futbolu anlamaya ve üzerine konuşmayı öğrenmeye başladığım zamanlar Fatih Terim ve sonrasındaki hocaların dönemine denk gelir. Ve hep kariyeri olan doğru düzgün hocaların adını ararım teknik direktör transfer edileceği zaman gazete köşelerinde, televizyon haberlerinde. Lucescu'da yoktu o kariyer dediğimiz meret. Kariyer sahibi yapıp yolladık Hagi'nin hemşehrisini (Rumen mi, Romen mi hep karıştırırım. O yüzden Hagi'nin hemşehrisi diyorum). Sonra 2. Terim dönemi başlamıştı sanırım. Fatih Hoca'ya lafımız yok, olamaz da. Canımızdır, ciğerimizdir. Ondan sonra Hagi geldi, Galatasaray'da bir güzel stajını gördü. Gerets son yıllarda gelen hocalar arasında az buçuk kariyeri olan tek adam. Kendi ufak tefek yanlışları da olmakla beraber, daha çok Canaydın'ın günahlarına kurban gitti o da. Feldkamp'ta kariyer olsa da amcanın yaşı çok geçmiş, çok! 1992'de sağlık sorunları nedeniyle gittiğini, yerini tip olarak da kendisine benzeyen bir başka akça-pakça Alman Reinhard Hollman'a bıraktığını hayal meyal hatırlıyordum. Yıllar sonra Beşiktaş'a geldiğinde "bu adam çok yaşlı" diye dalga geçiyorduk, ondan da yıllar sonra biz aldık tekrar. Adamdaki de ne yaşlılıkmış be kardeşim...

Neyse, lafı uzatmayayım, ben kariyersiz hoca sevmem. Ama şu şartlarda kariyerlisi de bulunmayacağına göre "Yuvana Hoşgeldin Büyük Kaptan!" Elin Alman'ı staj yapacağına gelsin bizim camianın çocuğu staj yapsın. Alman'ın yaptığından daha kötüsünün olma ihtimali zaten yok. İyisi de olursa yanımıza kâr kalır. Ortalıkta dolaşan Hagi, Lucescu adları ya da Feldkamp'ın takımın başına dönmesi durumlarının hepsinden de daha iyidir bence. Tek korkum Canaydın'ın sıkıştıkça yaptığı "Galatasaray'ın yıldızlarını bozdurma" işine bu yönetimin de alışması ve Bülent Korkmaz'ın daha yetişmeden harcanması.

Hayırlısını umalım, hayırlısı olsun. Gerçi zaten çok büyük bir teknik direktöre de ihtiyacımız olduğu söylenemez. Baros'u kenarda oturtup ya da sağ kanada çekip Nonda'yı oynatacak, Sabri'ye bıkmadan usanmadan forma verecek kadar "Alman" olmasın yeter. Neyse, gaza getirmeyin beni, yarın yazacağım Skibbe'yi. Şimdi bozulmasın ağzımızın tadı.