27 Eylül 2012 Perşembe

Ümit Özat vs Simge Fıstıkoğlu


Ümit'in dünyadaki tek başarısı, oturduğu zaman sözünü dinletebileceği, ahkâm keseceği tek şey futbol. Bütün hayatında bu. Yoksa ekonomi de konuşamaz, siyaset de konuşamaz, aile ilişkileri hakkında da... Ama futbol, -özellikle de Türkiye'deki câhil, kolpa, klişeci futbol sosyetesi- ona bambaşka, büyülü bir dünya sunuyor. Fiziksel bir yeteneğe sahip olduğu için edindiği sportif bir kariyer var. Herkes buna saygı duyuyor. Bu sayede istediği gibi konuşabilir. Sözü dinleniyor. Kimse de "Bu söylediğin çok saçma, salakça bir şey" demiyor, diyemiyor. Ve böyle elinde avucundaki tek konu olan futbolda bir de bakıyor, 20'li yaşlardaki güzel bi televizyon figürü kızcağız bile onun kadar iyi, hatta daha iyi konuşabiliyor.

Futbol çok basit bi şey abi. Biz kendi yaptığı işi çok önemli göstermeye çalışan plâza piçleri ve orospuları gibi teknik bir hâle sokmaya, öyle göstermeye çalışıyoruz. Çünkü ortada bir piyasa var. Deli gibi televizyon programı üretiyorlar, reklâm alıyorlar, gazeteler basıyorlar. Sana da kitap okumadan, memleketi analiz edemeden, görmeden bedavaya çok kolay ahkâm keseceğin bir alan açıyorlar. Sonra en kısıtlı çaba/bilgiyle, en yüksek özgüven! Özgüven patlaması!

Hakan Şükür diye bir adam vardı meselâ. Yıllarca birçok spor yazarı bundan ekmek yedi. Oynatıp yenilseniz; "Eaaa... Hakan Şükür oynatılır mı, neden bu ısrar, artık yaşlandı" diyen adam, oynatmayıp yenildiğinizde çıkıyor "E ama Hakan Şükür yani bu. Oynatıcaksın! Tecrübe" ıvır zıvır diye kafa ütüledi. Birçok spor yazarı bundan yıllarca ekmek yedi. Onbinlerce saat televizyon programı, yüzbinlerce sayfa gazete bunlarla israf edildi. Açın bakın!

Yoksa Sergen Yalçın gibi bomboş, teneke gibi bir adam bu işi böyle basit ve doğru yorumlayabiir mi? Kaya Çilingiroğlu gibi vasat bir adam Türkiye'de en iyi futbol yorumcusu âbi! Bırakın Rıdvan'ı falan...

3 Temmuz 2012 Salı

1 Temmuz 2012 Pazar

Şampiyon


Bu yıl Süper Lig'le ilgili tek bir yazı yazmadım. Türk insanının futbola olan abartılı sevgisi ve ilgisinin ancak müthiş bir düşünsel aydınlanmayla ortadan kalkabileceğini düşünürdüm hep. Futbolu iğrençleştirerek bizi futboldan tiksindirmeyi başardılar. Gerçi bu da bir çeşit aydınlanma sayılır. Irkımız için hayırlısı olsun. Bu yıl maçların izlenme oranı (Lig TV satışı) ve tribünlerin doluluk oranı bence önceki yıllara göre ciddi bir düşüş gösterdi. Ben bile izlemedim Galatasaray'ın birçok maçını. Ancak "marka değeri" düşmesin diye saklıyorlar sayıları. Belki bir gün öğreniriz.

Yine de bugün Türkiye'de Başbakana ve Fenerasyona rağmen bütün şikecileri sıraya dizip, büyüğünden küçüğüne kadar sırasıyla 9, 19 ve 20 puan farkı bilezik gibi geçiren bir takım var. Sırf onların hakkını vermek için burada tarihe bir not düşmemiz gerek.

Belki de Galatasaray tarihinin en büyük adlarından biri olan Fatih Terim yeni bir Galatasaray yarattı ve herhalde Türk futbol tarihinde de bir ilktir bir önceki sezon 8. olan takımın sonraki yıl şampiyon olması. Ellerine sağlık İmparator. Ve bu yeni takımın kurulmasında kimlerin emeği varsa...

Futbolcular arasında da kendimce bir sıralama yaptım. Selçuk bence bu sezonun yıldızıydı. Melo da en iyi yabancıydı. Eboue, yıllardır Sabri'den doğan boşluğu doldurarak aslında boşluğun ne kadar da boşluk olduğunu gösterdi. Muslera da, inşallah Mondragon'dan sonra güven veren kaleci boşluğunu dolduracak gibi. Ujfalusi de soğukkanlı ve oyun kurucu savunma olarak taa Popescu'dan beri süregelen boşluğu doldurmaya girişti. Elmander'i orta karar bir golcü olarak görüyorum ama isteği ve çalışkanlığıyla o da kapasitesinin %100'ünü kullanarak sezonun en iyilerinden oldu.

Bu 6 çok önemli futbolcunun ardından Engin, kariyerinin en iyi performansını sergileyerek formayı kaptı. Takımın eskilerinden Balta da yeni takıma uyum sağladı. Yarı eski-yarı yeni sayabileceğimiz Semih; son yıllarda verimi düşen Galatasaray altyapısının nitelikli bir ürünü.

Bunlardan başka Riera da şampiyonlukta en çok emeği olan futbolculardan ama beklentilerin altında kaldığı da bir gerçek. Önceki takımın en güzel parçalarından Baros da geçirdiği sakatlık yüzünden bu yıl takımına yeterince yararlı olamadı. Çolak gelecek için umut verdi.

Bunlardan başka; Sercan'dan Necati'ye, Kâzım'dan Sabri'ye ve hatta Gökhan'dan Servet'e kadar şampiyonlukta küçük de olsa payı olan bütün futbol işçilerine teşekkür ederiz.

Ulan Galatasaray, o kadar büyüksün ki!...

21 Haziran 2012 Perşembe

Euro 2012'de 2. Perde: Çeyrek Final


Almanya-Yunanistan: Kolaydan başlayalım. Sürpriz olmaz. Almanya acımaz. İnşallah bol gollü olur.

İspanya-Fransa: Fransa'ya 4. Torbadan çıkıp buraya kadar gelmek yetecektir herhalde. İspanya kaytarmazsa burda da sürpriz zor.

Çek-Portekiz: Çekler'in turnuvanın başından itibaren yükselen grafiği birbirine yakın güçlerin mücadelesini izlemek konusunda bizi umutlandırsa da Portekiz lehine bariz kalite farkı var. Portekiz'in oynayacağı futbol, Yarı Final'deki olası İspanya-Portekiz eşleşmesi öncesi Portekiz'den sürpriz bekleyip bekleyemeyeceğimiz konusunda fikir verecek.

İtalya-İngiltere: Birbirine en yakın güçlerin mücâdelesi bu olacak bence. İtalya yenemese de yenilmiyor ve daha zor bir gruptan çıktı. Bu yüzden bence yarım adım daha önde. Ama İngilizler de iyi geliyorlar. Maç uzayabilir. Keyifli bir maç bekliyorum. Almanya'yı finale hazırlayacak (ya da belki hevesini kursağında bırakacak) dişli bir Avrupalı çıkacak bu maçtan.

Avrupa'nın en iyi milli takımı Almanya, bu turnuvanın da şu ana kadar en iyisi bence. Dolayısıyla bir numaralı favorimiz. Onu daha sonuca dönük başarısıyla İspanya izliyor. 2008 ve 2010'un şampiyonu bu sefer de kazanırsa tarihin en başarılı Milli Takım kuşaklarından biri olacak. Belki de birincisi... Portekiz, İtalya veya İngiltere; bu ikisini zorlayabilir. Yunanistan, Çek ve Fransa'dan ise turnuvanın geleceğiyle ilgili ümidim yok.

Daha iyi futbol, bol gol, heyecan bekliyoruz. Sahne yeniden açılsın!

20 Haziran 2012 Çarşamba

Euro 2012 - İlk Tur Z Raporu


Maçlar bir parça zevksiz. Ama Dünya Kupası'nın ilk tur maçlarından iyi yine de.

"A Grubu turnuvanın en kötü grubu" tespitini yapmış idik. A ve B Grupları birbirine tezat iki grup. Meselâ B'deki en kötü takım bile, A'daki en iyi takımdan iyi. Güçleri birbirine yakın 4 vasat takımın bulunduğu grupta maçların tamamlanmasının ardından turnuva öncesi ve hatta ilk maçlar sonundaki vaziyetten çok farklı bir durum çıktı ve bütün otoriteler gibi benim de tahminlerim şaştı. Zirve adayımız Rusya, Çek'i ilk maçta 4'ledikten sonra yatışa geçtiğinden, Yunanistan gibi bir takımı bile yenemeyerek turnuvaya daha ilk turdan vedâ etti. "İyi bir Polonya, Rusya'yı izler" demiştik. Berbat bir Polonya denk geldi. Kendi ülkesinde ve böylesine zayıf bir grupta bile sonuncu olan Polonya'ya diyecek söz yok. Çok uzun yıllar sonra Polonya'nın altın kuşağı olarak adlandırılan çocuklar da bu kadar çıktı. Çekler ve Yunanlar ise şanslarını iyi değerlendirerek bu ikisini geçtiler ve Çeyrek Final vizesini aldılar. Ha B'den gelenler bunları her türlü yer, ayrı. Keşke sistem elverseydi de bu gruptan hiç takım çıkamasaydı bir üst tura. Hele Rusya'nın Yunanistan'a, Polonya'nın ise Çek'e yenilirken hâlâ gole ihtiyaçları yokmuş gibi alık alık oynamaları deli etti beni. Turnuvanın en kalitesiz maçlarını çıkartan bu 4 takımın adını hiç iyi anmayacağız ilerleyen yıllarda.

Gelelim Ölüm Ötesi Grubumuz; B'ye. Sondan başlayalım: Hollanda sıfır çekerek turnuvanın şimdilik en büyük sürprizini gerçekleştirdi (Yunanistan veya Çek kalkıp şampiyon falan olmazsa daha büyük sürpriz de ufukta gözükmüyor ya, neyse). Ne diyelim, baht utansın. Nasıl Dünya 9.'su olduğunu hâlâ çözemediğimiz Danimarka ise en azından Hollanda'yı tokatlayarak ve ardından diğer 2 devle mücadele ederek hoş bir sedâ bıraktı gönüllerde. Almanya İlk Tur'da 3'te 3 yapan tek takım oldu. Hem de "Ölümden Öte Köy Yok Grubu"nda. 1 numaralı favorimsin yine Almanya. Portekiz de iyi oyunuyla bu gruptan bileti kapan 2. takım oldu. Şans yardımcıları olursa, turnuvada beklenilenden çok ileri gidebilirler.

C Grubu'nda 2010'un kılçık şampiyonu İspanya beklendiği gibi zirveyi aldı. Bir parça daha adam gibi oynadıklarını söyleyebilirim. Almanya'dan sonra favori İspanya. Bakalım... Almanya gibi; her zaman, her kuşağıyla başa güreşen İtalya da adının hakkını vererek gruptan çıktı. 1-2 de büyük yıldızları olsaydı, çok rahat turnuvanın favorisi olurlardı. İtalyanlar'a da dikkat yani. Hırvatistan'ın bu gruptan çıkması için rakibi İtalya'ydı. Karşılarına iyi bir İtalya'nın gelmesi de onların şanssızlığı oldu. Bizim âhımız da tutmuştur belki. İrlanda ise bir sürpriz gerçekleştiremeyerek turnuvanın şamaroğlanı oldu. Hırvatistan'ın yerine biz gelsek, biz de nasiplenirdik herhalde.

İngiltere de D Grubu'nu domine ederek zirvede bitirdi. Yabancılar üzerine kurulu olsa da acunun en keyifli ligine evsahipliği yapan Milli Takımın en az bu kadar iyi olması gerekir zaten. Evsahibi Ukrayna da Polonya gibi evsahipliğinin hakkını veremeyerek elendi. Bir önceki takımlarını çok arayacaklar. 1998 ve 2000'de şampiyon olan ve 2006 Dünya Kupası ikinciliğinden sonra tarih sahnesinden çekilen altın kuşağından sonra hızlı bir düşüş gösteren Fransa da "Ben daha ölmedim" diyerek gruptan çıktı. Turnuvanın tat vermeyen takımlarından İsveç de en azından son maçında Fransa'yı 2-0 yenerek onurlu bir şekilde elendi.

Çeyrek Final eşleşmelerini de yarına bırakalım.

5 Haziran 2012 Salı

Euro 2012'yle Futbola Bir Şans Daha


Şikenin, demokratik usullerin ve marka değeri zırvasının bizi tiksindirdiği futbola yeniden ısınabilmek için önümüzde bir şans daha var: Euro 2012. Ancak grupları yorumlamadan önce UEFA'nın saçma torba belirleme standardına değinmek zorundayız.

Örneğin; 1. torbada hadi Yunanistan ve Hırvatistan'ı anladık diyelim (o da garip ya hadi anladık diyelim), Norveç'in ne işi var orada arkadaş? Son ikişer Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası'na katılamadılar diye hatırlıyorum. Peki 2. torbada Karadağ'ın ne işi var ulan? Daha geçen gün bağımsızlığını ilân etmiş bir ülke sonuçta. Euro 2012 elemelerinde çok iyi gidiyorlar eyvallah ama, 2. torba ulan bu! Fransa ile yan yana! 3. torbada İsrail, Beyaz Rusya, Macaristan varken, İskoçya, Romanya ve Bulgaristan 4. torbada. Bu da mantık dışı. Şimdi bana FIFA sıralaması, bilmemne puanı falan, hikâye anlatmayın arkadaş. Son yıllardaki performanslar itibariyle bu gruplar tam bir saçmalık. FIFA işi iyice azıttı. Parayla mı satıyor, ne bok yiyorsa artık...

Yeri gelmişken; böyle turnuvalara evsahiplerinin elemesiz katılmasına da hâlâ karşıyım. Tarihe not düşülsün. Hele artık iki evsâhibi olurken, topu topu 4 grupluk bir turnuvada haketmeyen 2 takımın birden 1. torbadan katılması, şampiyonanın futbol değerini ve hakkâniyetini iyice düşürüyor.

Gruplara gelince; A Grubu'nda Rusya zorlanmaz. İyi bir Polonya da onu izler. Aksi takdirde Çek ve Yunanistan pusuda.

Favorisi olmayan B Grubu'nda Almanya ve Hollanda benim favorilerim. Onları Portekiz ve Danimarka izler. Ama bu sıralamanın tam tersi de olsa bir şey diyemem. (B'ye yazının sonunda yine döneceğiz)

C Grubu'nda İspanya ve İtalya. Bizi eleyen Hırvatistan zorlar. Olmadı İrlanda...

D Grubu'nda ise İngiltere ve Ukrayna'yı favori görüyorum ama İsveç ve Fransa da boş takım değiller.

Fikstüre bakınca İspanya'nın yolu kolay gözüküyor. Almanya-Hollanda finali ise maalesef salak fikstür yüzünden imkânsız. Aynı gruptan gelenleri finalden önce tekrar karşılaştıran şu lânet fikstürün turnuva mantığına aykırı olduğunu da hâlâ çözemedi şu endüstriyel futbolun ağaları. Ancak Dünya Kupası'nın rövanşı bir Hollanda-İspanya mümkün. Ya da bir Almanya-İspanya.

Şimdi B Grubu üzerinden FIFA'nın garipliğine tekrar dönelim. Hep "Ölüm Grubu" derler ya. Ölümden öte grup. FIFA sıralamasında en üst sırada yer alan 7 Avrupa takımından 4'ü bu grupta. Bambaşkaymış.

FIFA'yla UEFA'nın nasıl bambaşka standartları var da FIFA'nın Avrupa'nın en iyi 7. Milli Takımı dediğini UEFA 4. torbaya atıyor, bu da bi garip. Neyse...

Örneğin Danimarka... Son 3 Dünya Kupası'ndan 1'ine katılamadı, 2'sine de ilk turda vedâ etti. Son 3 Avrupa Şampiyonası'nda 1 1. Tur, 1. Çeyrek Final (taa 2004'te -ki bugünkü sıralamaya bu yıl dâhil değil) ve 1 kez ona da katılamamış. Sıralama için milli takımların son 5 yıllık başarısına bakıyorsa; Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası'nda ilk turda elenmek gibi 2 müthiş başarı mı bu adamları Dünya'nın en iyi 9., Avrupa'nın en iyi 7. milli takımı yapıyor; anlamıyorum beyler, Bi el atın lütfen.

18 Şubat 2012 Cumartesi

Uğur Meleke'den

Bu bloğu içimde futbol hakkında yazma isteği olduğu ve iyi kötü becerebildiğimi düşündüğüm için açmıştım. Futbol, siyaset, edebiyat, hatta müzik, moda falan; bunların hepsi bizim kendimizi ifâde etmek için kullandığımız araçlar. Aslolan yazmak; içindekileri kusmak. Ama artık bu kadar pisliğin içinde tiksiniyor insan. İğreniyor bunlardan. O yüzden, artık Fatih Hocamız, çok iyi bir takımımız bile olsa kendimi verip uzun uzun yazamıyorum, farketmişsinizdir zâten. Olmuyorsa bırakırım belki. Bütün bunları neden yazdım? Çünkü bugün burada başka bir yazarın çok güzel bir yazısını paylaşacağım. Çünkü başkalarının yazılarını paylaşmak, bu bloğun varlık amacına ters. Ama anlattığım sebeplerden, uzun uzun yazmak içimden gelmiyor. Sürecin başından beri ahlâki duruşuyla, ana akım spor medyasının ağzının içinden konuşan gebeşlerinden ayrılan Uğur Meleke'nin şu güzel yazısıyla târihe not düşelim:


Hız sınırı değil, ensest

Türkiye Futbol Federasyonu genel kuruluna sadece 11 gün kaldı ve hâlâ ortada güçlü bir başkan adayı yok. Eğer futbol kamuoyu  maaile Erzik’i istediğini beyan etmezse, Şenes Bey’in aday olmayacağını biliyorum. Ama tüm Süper Lig-alt lig kulüpleri ortak bir  deklarasyonla Erzik’i göreve çağırır, kongreye tek adayla gidilmesi sağlanırsa da Şenes Bey’in taşın altına elini koyacağına eminim.

B Planı
Bu hamlenin yapılmaması halinde B Planı’nın yine Aydınlar olacağı konuşuluyor kulislerde. M.Ali Bey’in önce Ağustos’ta  halletmesi gerektiği halde Ocak’a ötelediği, sonra kendi yetkisinde olduğu halde kongreye taşıdığı 58’inci madde değişikliğini  yapıp (bir seferlik) puan silme formülünü uygulayacağı iddia ediliyor kuvvetli bir şekilde...
Bu sütunu dikkatli takip edenler sürecin ilk gününden beri fikrimi biliyorlar, edemeyenler için tekrarlamak zorundayım:  Teşebbüsle şikeyi eş cezalandıran 58’inci maddede adaletsizlik olduğu doğru. Bu talimat Temmuz-Ağustos’ta değiştirilseydi, lig  (sportif puan cezaları belli olduktan sonra) ocak ayında başlatılıp (bu seneye mahsus) tek devre olarak oynansaydı, şu anda  içinde bulunduğumuz kaosun onda birini yaşamayacaktık.
Şimdi (Aydınlar’ın tekrar TFF Başkanı olması halinde) sezonun göbeğinde puan silme formülünün uygulanması gündemde. M.Ali  Bey’in daha önce de önerdiği gibi puan cezaları normal sezona uygulanacak, play-offlara eksiltilmiş puanlarla başlanacak. Ceza  puanları, 12-24 arasında değişecek.

Hız sınırı aşılmış
Türk futbol yönetemeyicileri, süreci berbat yönettikleri ve işi içinden çıkılmaz bir hale getirdikleri için, şu anda sadece bu formüle  odaklanmak kolay değil. Öncelikle içinde bulunduğumuz hadiseyi (ceza rotasından çıkarıp) doğru okumak lazım: Aykut Kocaman,  “Türk futbolunda hız sınırı aşılmış. Radara bir kişi tutulmuş” yorumu yapmıştı hafta sonu... Aykut Hoca’nın görüşlerini  önemsiyorum, ama ona bu kez katılamıyorum maalesef.
Sayın Kocaman... Bence Türk futbolunun içinde bulunduğu durum, hız sınırının aşılmasından biraz daha vahim analojilerle  anlatılmalı... Bence, Türk futbol ailesinde ensest şüphesi yaşanıyor. Baba, anne, hâlâ, dayı, çocuğun çok iğrenç ilişkiler içine  girdiğinden kuşkulandıran ses kayıtları var. Ve Türk futbol ailesinin başındaki babalar, “Ailemizin marka değerini koruyalım,  dışarıya kötü bir görüntü aksettirmeyelim, (ve en utanç vericisi de) 1 milyar dolarlık ekonomimizi yitirmeyelim” diye ensesti  sümen altı etmeye kalkmışlar. Bu noktada radar (veya hakim) aileden birini yakalamış/diğerini bırakmış detayına mı takılmalıyız  sizce? Yoksa ailemizdeki acayipliklerden ölesiye utanıp, yerin dibine girip, kazanacağımız paraları filan düşünmeden doğru teşhis  ve tedavi mi aramalıyız yana yakıla?

Puan hesabı
Benim şu hayatta inandığım bir doğru var: “İnsan para kaybedebilir. Sağlığını kaybedebilir. Yakınlarını, evini, barkını hatta  (hepimizin onun için yaşıyoruz diye büyük laflar ettiği) onurunu dahi kaybedebilir. Ama insanın esas bittiği an, utanma  duygusunu yitirdiği andır. Bir insan utanmıyorsa, artık onun yaşaması oksijen israfıdır” nazarımda...
Biz Türk futbol ailesi olarak utanma duygumuzu kaybetmişiz maalesef. Hepimiz... Aile içi şiddeti, aile içi rezilliği ortalığı velveleye  verip unutturmayı başardık neredeyse. Ve şimdi puan hesabı yapmaya başladık utanmadan...
Son sözüm de (yine utanmadan yaptığımız) puan hesabıyla ilgili zaten! Aydınlar, ısrarla puan cezalarının play-off öncesi  uygulanacağının ve asgari indirimin 12 olacağının üstünde durdu.
Sayın Aydınlar... Matematiğinizin iyi olduğunu söylemiştiniz bana... Benim de matematiğim fena değildir. Bu 12 puan cezasının  rastgele bir hesaplama olmadığını hissediyorum nedense...
Normal sezona 12 puan ceza uygulamak demek, play-offta (puanlar ikiye bölüneceği için) bu cezanın 6’ya düşmesi demek. Play- off’a 6 puan geride girmek demek, şampiyonluğun yüzde 100 sizin elinizde olması demek! Çünkü normal sezonu rakibinizle aynı  puanda tamamlar (ceza nedeniyle Play-Offa 6 puan geride girerseniz), Play-Offta 6’da 6 yaptığınızda (diğer müsabakalar sizi hiç  ilgilendirmeden) şampiyon olursunuz. Çünkü iki kez yendiğiniz rakibiniz Play-Offta maksimum 12 puan toplayabilir, (12 toplasa  bile) onu da çok büyük bir ihtimalle ikili averajda geçersiniz zaten...
Beni burada ilgilendiren konu, puan silmenin az/çok/yeterli/yetersiz olup olmamasından ziyade, ceza niteliği taşıyıp taşımaması  detayı... Evet, ceza suçu geçmemeli. Ama ceza, suçun çok altında da kalmamalı. 12 değil 18 puan cezası da verilse, (garip bir  şekilde) play-off öncesi uygulandığı için caydırıcı olmaktan çok uzak... Hatta daha açık söyleyeyim, yine bir hesap-kitap kokusu  veriyor sanki...
Sayın futbol yönetemeyicileri! Size geçtiğimiz ay içinde çok popüler olan bir argümanla seslenmek istiyorum: “Yukarıda Allah  var”... Eğer şike yapıldı ise/net bir teşebbüste bulunuldu ise bunu bugün aile içinde hesap kitapla geçiştirmeye kalkmayın ki,  ileride sakat çocuklarımız doğmasın. Bilin ki siz bu futbol camiasının içinden silinip gitseniz bile, on yıllar boyunca o sakat çocuklar  sizleri affetmeyecekler...

(Uğur MELEKE, 10.02.2012, Milliyet)

29 Ocak 2012 Pazar

Biraz da gülelim


Yine Fenerbahçe, yine abartılı şampiyonluk kutlaması eğlencesi :) Fenerbahçe Kürek Takımı, yine şampiyonluk sevinci esnâsında kupayı denizde kaybetti.

26 Ocak 2012 Perşembe

"Küçük" Anadolu Kulüpleri



Ne dediysek haklı çıktık arkadaş. O zaman tekrarlayalım yıllar önce bildiğimiz gerçeği: "Hepiniz Aziz Yıldırım'sınız!"

Bir daha "küçük" Anadolu kulüplerinden birinin bir taraftarı "Anadolu demagojisi" yapmaya kalkar, büyük takımların kollandığından mızmızlanır, "Bizans-mizans ehe ehe" diye de slogan atmaya kalkarsa ağzına demir çubukla vururum, vururum ve dönüp arkama bakmam bile. Sonradan demedi demeyin.

*Bursaspor ve Orduspor istisna. Zira onlar "küçük" olmadıklarını gösterdiler.