27 Şubat 2009 Cuma

Beş dakkada değişir bütün işler...

justin.tv ya da sopcast'ten maçı izleyebilir miyim diye internet kotama bakacaktım. Saatlerce açamadım Telekom'un meşhur kota sorgulama sayfasını. Maça 10 dakika kala açtım, pek bir şey kalmamış ama "olsun lan!" dedim, başladım maç linki aramaya. O sırada aklıma geldi, Hotbird'de maçı şifresiz veren kanal var mıdır diye de bakayım dedim (Önceden her maçtan önce bakardım, sonra sonra ümidimi kestim o işten de), bir de ne göreyim bizim W9 (hemen de bizim oldu:) veriyor maçı. Daha önce de Kayseri'nin PSG maçını vermişti bu elemanlar.

İnşallah şifre mifre girmez dedim, koşturdum televizyona. Bir de ne göreyim; bizimkiler sahaya çıkıyor. Bir anda Ali Sami Yen havası doldu odaya. Kanalın adının yanında şifreli kanal işareti var, her an şifre girecek diye korkuyorum. Maç başlar başlamaz girebilir dedim, girmedi. Şifre girmeyen her saniye içimdeki sevinç katlanıyo, oh artık şifre girmez bu maça derken top kalemize girmesin mi?!

Ânında yalan oldu odaya dolan Ali Sami Yen coşkusu... "Beş dakkada değişir bütün işler"...

0-0'ın bizimkilerin şişirdiği kadar iyi bir skor olmadığını söyleyip duruyordum, "bi gol yersek işler sakata girer" diyordum ya, ne mübarek ağzım varmış meğer. Maçı televizyondan izleyebilmenin verdiği coşkuyla farketmemişim; Sabri'nin 11'de olduğunu da o anda farkediyorum. İçim bir parça daha buruluyor. Kewell'ın yokluğunu sakatlıktan yeni çıkmasına bağlıyorum, ama kesin oyuna girecek diye "elde var bir" rahatlığıyla bakıyorum maça.

"Galatasaray gibi" oynayamıyoruz. Ataklarımız var ama bastıramıyoruz. Organize akınlarımız yok. Yine de sahada Nonda yok diye, ilerde Baros var diye hep güveniyorum Cim-Bom'a. Sabri yine bir-iki kazmalık yapıyor. Yapmasın mı? Bu arada Mehmet Topal sakatlanıyor ki içim gidiyor. Ama sonra yerine Kewell girince unutuyorum hemen bütün acımı. Bülent Korkmaz kenarda hırslı, kameralar sürekli onda. Gülümsüyorum. "Gelecek, gelecek" diyorum. Ama 2 gol gerek, dakikalar geçtikçe canım sıkılıyor. Fransız kanalı galiba bu. Ulan adamlar da ne ruhsuz maç anlatıyorlar diyorum, "Radyodan maçı açıp Türkçe dinlesem" diyorum, radyo 3-5 değil 10 saniye ilerde. Bu senkronizasyon problemi maçı zehir eder deyip dönüyorum tekrar bizim Fransız spikerlere. Adamlar futbolcuların adlarını bile 5 dakikada bir söylüyorlar, kendi aralarında konuşuyorlar ama maçtan bahsettiklerinden bile şüpheliyim. Beğenmediğim bizim spikerleri bile arıyorum. Emre Tilev anlatıyordur diyorum, her kaçan pozisyonda meşhur "7.32, 2.44, bir Allah, bir top, bir kale" feryâdını anıyorum, daha bir hüzünleniyorum.

...derken top Baros'a doğru tehlikeli bölgede yol alırken sıçrıyorum, Baros vuramayınca tam dizimi döveceğim, Arda çakıyor top filelerde! "Oh!" diyorum, bir gole daha ihtiyacı olduğu için topu kucağına alıp santraya koşan golcü havasındayım tam. İlk saniyelerdeki golle aptallaşmıştık tribünler de, ben de. Şimdi Ali Sami Yen cehenneminin de fitili ateşleniyor, benim de. Takıma bir rahatlık, bir güzellik geliyor. Derken Kewell da uzak mesafeden 90'a çakmasın mı? "Oh be!" diyorum bu sefer. "Oh ulan!" diyorum, "Hoşgeldin!" diyorum Galatasaray'a! Üzerimden bir yük kalkıyor ki, sorma gitsin sevgili blog. Tam tadını almaya başlamışken "devre arası" diyor sonra gâvur hakem.

Beş dakika önceki halimi düşünüyorum, "oh be!" diyorum yine. "Beş dakkada değişir bütün işler"...

2. yarıya zaten zafer sarhoşu başlıyorum/başlıyoruz. Yine de rahat değilim öyle, arkama yaslanamıyorum bi türlü. "Bi gol daha atsak tamam bu iş" diyorum. Gözüm Baros'un üzerinde. Kewell'a gelen her topta ayaktayım. "Lincoln bu akşam havasında değil" diye içleniyorum. "Al sana Lincoln!" dercesine bir orta açıyor Lincoln yerden, Arda bir daha çakıyor, 3 oluyor!

"Bu iş bu kadar" deyip artık bir üst turu düşünmeye başlıyorum. Bizimkiler iyice açılıyorlar artık, 4'ün kokusu geliyor. Ama tam o sıra Cavenaghi, Chamakh, ve fark 1'e iniyor. Bir yanım "bi şey olmaz" dese de öbür yanım diken üstünde. "Ulan nerden çıktı şimdi bu gol" diye hayıflanırken Chamakh vuramıyor, Cavenaghi vuruyor, skor 3-3 oluyor.

Bir anda Ali Sami Yen hüznü çöküyor odaya. Bir de Nonda'yı oyuna girerken görüyorum, gözlerim kararıyor yine. "Beş dakkada değişir bütün işler"...

Bakıyorum saate, 15 dakika var. "Ulan" diyorum, "Ne maç be!", "Ulan" diyorum, "Nerden nereye!" Dakikalar geçtikçe karabasanlar çöküyor omuzlarıma. İşte o 13 dakika ömrümden ömür gitti biliyor musun sevgili blog?

Öyle böyle geçti işte o 13 dakika. 88'de bir köşe vuruşu daha kullanacağız. "3 dakka da hakem ekler, 5 dakka var daha" diye umutluyum. Lincoln geliyor, vuruyor ortaya, bir saniyeyi on dakika gibi yaşadığım anlar... Topu çıkaramıyor ordan Bordeaux, ben ayaktayım, gözüm hiçbir şeyi görmüyor, oradan biri vuruyor, top hızla Bordeaux kalesine giriyor! Gooooolll!!!!

Böyle hikâyelerin sonları da hep çok çarpıcı olur ya; golü atan da Sabri'ymiş!

"Şu anda uçaktayım bize doğru,
Biz dediğim gayet zorlu,
Neyse ki açılıyoruz dünyaya,
Hiç açmadığımız kapılardan.
Öyle haller içinde ki halim;
Türkçe'ye çevirmeye yok mecalim.
Beş dakkada değişir bütün işler"...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Güzel yaz.